Türk ordusu hareketli!.. Suriye’de her an her şey olabilir!
Ankara, Ayn el-Arab’dan Kamışlı’ya uzanan hattı ulusal güvenliğin omurgası sayıyor. Çünkü burası kritik bir hat. Bunun bir nedeni var. Millî Savunma Bakanlığı verilerine göre 2022–2024 döneminde sınır ötesinden Türkiye’ye yönelen tehditlerin yaklaşık yüzde 78’i, PKK bağlantılı yapıların etkili olduğu bölgelerden kaynaklandı. Türkiye, BM Şartı’nın 51. maddesine dayanan ve yabancı topraklarda faaliyet gösteren devlet dışı silahlı gruplardan gelen saldırılar karşısında meşru müdafaa hakkını tanıyan uluslararası normatif çerçeveyi esas almayı sürdürüyor.
Ankara’daki güvenlik bürokrasisi, Suriye’nin yeniden bir iç çatışma döngüsüne sürüklenmesinin, güçlü ve merkezi bir devlet yapısının oluşmasını engellemeye yönelik bir strateji olduğu kanaatinde. Türkiye’nin güvenlik doktrinine göre, SDG’nin çekirdeğini oluşturan Halk Savunma Birimleri (YPG), terör örgütü PKK’nın sahadaki uzantısı.
SDG Şam entegrasyon mutabakatına uymayınca!
7 Aralık’ta Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, SDG’nin Şam ile yürüttüğü 2025 Mart ayındaki “entegrasyon mutabakatı”nın gereklerini yerine getirme yönünde bir irade göstermediğini açıkladı. Türk yetkililer YPG komuta kademesinden bazı isimlerin Suriye ordusunda subay olarak görevlendirilmesine sıcak bakmıyor. Ankara’nın yaklaşımına göre, SDG’nin talep ettiği ayrı birlik yapılanmaları yerine, bu unsurların bireysel olarak Suriye ordusuna katılmaları gerekiyor. Ankara, yıl sonuna kadar SDG’nin düzenli orduya entegrasyonunun tamamlanmaması hâlinde, Şam’ın askerî bir müdahaleye başvurabileceğini ve Türkiye’nin de bu operasyonu desteklemeye hazır olduğunu değerlendiriyor.
Türk ordusunun şakası yok!.. askeri birlikler hareketli!..
Bu gelişmelerden sonra Türk Silahlı Kuvvetleri birlikleri, Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) kontrolündeki Suriye bölgelerine ilerlemeye başladı. Şam güçleri de Türk ordusu ile eş zamanlı ve eş güdümlü olarak bölgeye yerleşti. Geçtiğimiz hafta Türkiye'den kuzey Suriye'ye birkaç askeri konvoy giriş yaptı. Büyük zırhlı konvoylar ve yüzlerce asker gönderildiği haberleri medyaya yansıdı.
Bu hareketlilik Afrin, Resulayn ve Halep’in kuzeyi olmak üzere üç güzergah üzerinden Menbic’e doğru ilerleyen birlikleri içeriyor. Bu bölgeler, teknik olarak Suriye sınırları içinde olsa da şu anda Türkiye ve Türkiye destekli gruplar, örneğin Suriye Milli Ordusu tarafından kontrol ediliyor. SMO, resmen Suriye Silahlı Kuvvetleri'nin bir parçası haline geldi. Ancak özel statüsü nedeniyle TSK komuta kademesinden gelen emir ve talimatları önceliyor.
TSK generallerinin Suriye ordusuna bağlı birlikleri yerinde denetlemeye başlaması, Ankara ile Şam arasında son dönemde hızla derinleşen kurumsal senkronizasyonun en somut göstergelerinden biri. Daha birkaç yıl öncesine kadar hayal bile edilemeyecek bu temaslar, sahadaki güç mimarisinin köklü biçimde değiştiğine işaret ediyor.
Terörist unsurlarla mücadelede Ankara-Şam işbirliği…
-Genelkurmay Başkanı Orgeneral Bayraktaroğlu, Suriye'de…
Türkiye açısından bakıldığında; Şam’daki resmi makamlarla doğrudan koordinasyon modeline geçiş, olası bir sınır ötesi askeri operasyon için artan diplomatik ve hukuki meşruiyet zemini anlamına geliyor. Ankara, bu yeni dönemde hem sahadaki riskleri minimize etmeyi hem de kendi güvenlik doktrinine uygun bir operasyonel çerçeve oluşturmayı hedefliyor.
Yabancı aktörlere göre durum nedir?
Yabancı gözlemciler zaviyesinden Türkiye, Şam'da önemli bir etkiye sahip ve Suriye ordusu içinde SMO gibi vekil güçlerini koruyor; bu da yeni Suriye hükümetine müzakere için çok az alan bırakıyor. Ancak Şam, SDG'ye herhangi bir taviz vermeyi reddederse, bu durum iki tarafı karşı karşıya getirebilir.
Yine de Ağustos ayından bu yana yaşanan birkaç çatışmaya rağmen, iki taraf da daha geniş kapsamlı bir askeri harekat tehdidinde bulunmadı. Türkiye gerçekten askeri müdahalede bulunacak olursa, bunu muhtemelen doğrudan değil, Suriye ordusu içinde konuşlanmış ve Suriye Milli Ordusu'na bağlı vekil birlikleri aracılığıyla yapacaktır.
Türkiye'nin kuzey Suriye'deki askeri varlığını güçlendirmesiyle birlikte, Suriye hükümet güçlerinin de Kürt silahlı grupların yoğunlaştığı Deyr ez-Zor bölgesinde insansız hava aracı ve topçu birliklerini takviye ettiği yönünde haberler geliyor. Bu durum, bölgedeki çeşitli gruplar arasındaki artan gerilimi gözler önüne seriyor.
Türkiye daha önce Kuzey Suriye Kürtlerine, Suriye ordusuna entegre olmaları için Ocak ayının başına kadar süre vermişti. Türk yetkililer, bu sürenin dolmasının ardından Suriye hükümet güçlerinin de yardımıyla Kuzey Suriye'de askeri bir operasyon başlatacakları konusunda uyarıda bulunmuştu.
Son ikaz ihtar Milli Savunma Bakanından!..
Türkiye'nin bu konudaki kararlılığı, Millî Savunma Bakanı Yaşar Güler tarafından TBMM Genel Kurulunda dile getirildi. Konuşmasında; “Terörsüz Türkiye hedefimizin kalıcı biçimde tesis edilmesi için Suriye’deki silahlı unsurların merkezi yönetime hızlı bir şekilde entegre olması zorunludur. Örgütün de kendi içinden gelen silah bırakma entegrasyon çağrılarını dikkate alarak dış müdahaleleri engelleyecek şekilde bu dönüşümü geciktirmeden tamamlamasını bekliyoruz” diyen Bakan Güler; “YPG-SDG terör örgütünün bölgesel aktörler tarafından bir aparat olarak kullanılmaya çalışılarak yeni jeopolitik mühendisliklere zemin hazırlanmak istendiğini de göstermektedir. Bu durum yalnızca Suriye için değil Türkiye’nin millî güvenliğine yönelik de doğrudan bir tehdittir” ifadesini kullandı.
Suriye meselesinde ABD-Türkiye mutabakatı var mı?
Daha yakın zamana kadar, Washington’un IŞİD’le mücadelenin Suriye boyutunda, Ankara’nın terör örgütü olarak tanımladığı ve omurgasını Kürt unsurların oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile iş birliğini sürdürmesi, yıllardır Türkiye– ABD ilişkilerinin en kritik fay hatlarından biri olmaya devam ediyordu. Lakin bir şeyler değişti ama ne değişti nasıl değişti? Kısaca o süreçten, etkenlerden ve aktörlerden söz edelim.
ABD Başkanı Donald Trump ile Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki dostluğun mahiyeti malûm. Bu ilişki, sıradan bir liderler arası temasın ötesinde. Trump’ın, Avrupalı liderlere çoğu zaman göstermediği saygıyı Erdoğan’a göstermesi de bu özel ilişkinin en somut göstergelerinden biri olarak öne çıkıyor. Erdoğan, Trump’ın ilk başkanlık döneminin sona ermesinin ardından da Trump’la münasebetlerini kesmedi; Trump, kendi ülkesinde adeta “sakıncalı piyade” muamelesi gördüğü zor günlerde dahi temaslarını sürdürdü. Böylece “zor gün dostu” olduğunu açık biçimde ortaya koydu.
Trump’ın ikinci kez başkan seçilmesinin ardından, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu kadirşinaslığı karşılıksız kalmadı. Trump, her fırsatta Erdoğan’a övgüler yağdırdı, Avrupalı muhataplarıyla kurduğu mesafeli ve zaman zaman küçümseyici dilin aksine, Erdoğan için “arkadaşım” vurgusunu özellikle yaptı.
Uzun sözün kısası; Trump, bu yakınlığa bir jest olarak, Türkiye’nin hassasiyetlerinin farkında olan, Türk tarihini ve kültürünü iyi bilen Tom Barrack’ı ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve aynı zamanda Suriye Özel Temsilcisi olarak atadı. Dolayısıyla Türkiye, bugün Suriye’de YPG’nin miadının dolduğunu söylüyor ve bu yapının tedavülden kaldırılması yönünde adımlar atıyorsa, bunu ABD’ye rağmen değil; ABD ile birlikte hareket ederek yapıyor.
Sahada ortaya çıkan yeni denklemler ise bu tartışmayı daha da karmaşık hale getiriyor. Şam yönetiminin yeniden güç kazanması, SDG’nin rejimle dönem dönem yakınlaşan entegrasyon arayışları ve Washington’un bu süreçte nasıl bir pozisyon alacağı, yalnızca Suriye’nin geleceği açısından değil, Ankara–Washington hattının yönünü belirlemesi bakımından da yakından izleniyor.
ABD, Beşar Esed rejimi döneminde uygulamaya koyduğu bir dizi kısıtlayıcı ekonomik yaptırımı kaldırıyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi de daha önce IŞİD ve El Kaide ile bağlantılı kişiler listesinde yer alan Şara ve İçişleri Bakanı Enes Hattab'a yönelik yaptırımları kaldırmıştı.
Washington rahatsız, Ankara haklı: SDG denkleminde ABD-Türkiye eşgüdümü…
-Mazlum Abdi, Ahmed Şara
Ahmed Şara ile SDG Komutanı Mazlum Abdi, Mart ayında SDG’nin askerî ve idari olarak Suriye yönetimi ve ordusuna entegre edilmesini öngören bir anlaşmaya imza atmışlardı. Bu çerçevede Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, “İsrail’in Suriye’deki hareketliliği ile SDG’nin isteksizliği arasında bir ilişki var” sözleri özellikle dikkat çekici.
Nitekim Suriye hükümetiyle meselenin çözümü yolunda 10 Mart’ta bir mutabakat imzalandığı, o dönemde sürecin sorunsuz ilerlediği ve “Amerikalılar, biz, Suriyeliler yani herkes memnundu. Bu yolda gidilecekti” şeklindeki ifadelerle sürecin genel bir mutabakat zemininde yürütüldüğü vurgulanmıştı. Ancak Fidan’ın, “Şimdi daha farklı işaretler ve sinyaller var” şeklindeki sözleri, sahadaki denklemin değiştiğine işaret ediyor.
Bu tablo, ABD yönetiminin de Suriye’de İsrail-YPG iş birliğinden ve YPG’nin Şam yönetimiyle yaptığı görüşmelerde verdiği taahhütleri yerine getirmemesinden rahatsızlık duyduğunu düşündürüyor. ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın geçtiğimiz Kasım ayında dile getirdiği “ABD-Türkiye-Suriye çerçevesini belirledik” açıklaması da bu bağlamda okunabilir. Söz konusu çerçevenin oluşumunda, Washington’daki karar vericilerin İsrail-YPG hattında yaşanan gelişmelerden duyduğu rahatsızlığın etkili olduğu değerlendirilebilir.
Kremlin de “Şam” diyor…
Moskova’nın Kuzeydoğu Suriye/Rojava politikası, Şam hükümetinin muhatap alındığı bir eksende şekilleniyor. Rus yetkililer, SDG’yi doğrudan muhatap kabul etmediklerini açıkça ifade ettiler ve ticari işbirliği dahil olmak üzere tüm ikili meselelerin ayrım gözetilmeksizin resmi Suriye yönetimi ile görüşüldüğünü belirttiler.
Aynı çerçevede, Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara, Aralık 2024’te rejim değişikliğinin ardından Moskova’ya ilk resmi ziyaretini gerçekleştirdi ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile bir araya geldi. Bu görüşmede iki ülke arasındaki ilişkiler, askeri tesislerin yeniden yapılandırılması, bölgesel ve uluslararası gelişmeler ele alındı; Şara, Moskova ile yapılan tüm anlaşmalara sadık kalacaklarını vurguladı ve ilişkileri “tarihi dostluk bağları” çerçevesinde yeniden tanımlamak istediğini söyledi. Putin de parlamenter seçimin toplumsal bağları güçlendireceğini belirterek işbirliğini ilerletme niyetini dile getirdi.
Ayrıca Putin ile Şara arasında daha önce de telefon görüşmeleri gerçekleşti; Kremlin, bu temaslarda Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğine desteği bir kez daha teyit etti, ikili ticaret ve eğitim işbirliğinin güçlendirilmesinin önemini vurguladı ve ilişkilerin sürdürülmesinin önemine işaret etti.
Bu diplomatik çerçeve, Rusya’nın Suriye politikasında SDG/YPG’yi doğrudan muhatap almaktan ziyade Şam hükümetiyle ilişkileri esas aldığını ve bölgesel denklemlerde Moskova-Şam hattını merkeze koyduğunu göstermektedir. Rusya Dışişleri sözcüsü Maria Zakharova da yaptığı açıklamada, Suriye’nin kuzeydoğusuna ilişkin düzenlemeleri “Suriye devletine dönüş” perspektifiyle memnuniyetle karşıladıklarını bildirdi; bu yaklaşım, Moskova’nın tarafların statülerini geniş ulusal diyalog içinde değerlendirerek etkisini sürdürme amacını yansıtıyor.
Mazlum Abdi Türkiye'ye İmralı’ya gelmek istiyor!..
PKK’nın “kurucu” kadrolarından Duran Kalkan’ın son açıklamaları, örgütün Suriye dosyasına bakışında yaşanan iç gerilimi ve stratejik sıkışmayı ele veren nitelikte. Kalkan’ın, Türkiye’nin Rojava ve Suriye’ye yönelik açıklamalarını “tehditkâr” olarak nitelendirmesi ve bunun çözümsüzlüğü derinleştirdiğini savunması, sahadaki gerçeklikten çok ideolojik bir savunma refleksine işaret ediyor. “Rojava yönetimi görüşmelere açık” vurgusu ise, askeri ve siyasi manevra alanı daralan yapının, diplomatik kanalları diri tutma çabasının bir yansıması olarak okunabilir.
“Kürt’ü yok etmek isterseniz Türk’ü de zayıflatırsınız” ve “yüzyıllık inkâr politikası Türkiye’ye kaybettirdi” gibi ifadeler, Kandil çizgisinin meseleyi hâlâ tarihsel bir mağduriyet ve paradigma tartışması üzerinden ele aldığını gösteriyor. Oysa sahada şekillenen yeni denklemler, bu ideolojik söylemin karşılık bulma kapasitesinin giderek zayıfladığını ortaya koyuyor. Kalkan’ın “demokratik zihniyetle Kürt sorunu kolayca çözülür” söylemi, çözüm adresinin yine Ankara olduğunu işaret ederken, Kandil’in kendi pozisyonunu ve Suriye’de değişen güç dengelerini yeterince hesaba katmadığını düşündürüyor.
Bu yaklaşım, Suriye bağlamında İmralı’daki Abdullah Öcalan ile Kandil’deki kadro arasında belirginleşen görüş ayrılığının da ipuçlarını veriyor. Zira Kandil, söylem düzeyinde sert ve ideolojik bir hatta tutunmaya çalışırken; sahadaki aktörlerin, özellikle SDG’nin, daha pragmatik ve uluslararası dengeleri gözeten bir çizgiye yöneldiği görülüyor. Duran Kalkan’ın açıklamaları, bu ayrışmanın yalnızca taktik değil, aynı zamanda stratejik bir farklılaşmaya dönüştüğünü gösteren önemli bir işaret olarak öne çıkıyor.
Nitekim Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Komutanı Mazlum Abdi, Türkiye’de başlayan yeni süreçle ilgili olarak Abdullah Öcalan’la doğrudan görüşme yapılması gerektiğini açıkladı. Abdi, kendisinin de Türkiye’ye gidebileceğini belirterek,
“Madem bu durum çözüme olumlu katkı sunacak, neden gitmeyelim? Biz bunu olumlu görüyoruz” ifadelerini kullandı.
Bu tablo, Kandil’in ideolojik söylemi ile SDG’nin sahaya ve uluslararası dengelere duyarlı daha esnek yaklaşımı arasındaki farkı net biçimde ortaya koyarken; Suriye dosyasında PKK merkezli çizgi ile SDG eksenli pragmatizmin giderek ayrıştığını ya da tam tersi şekilde aynı noktaya evrildiğini gözler önüne seriyor.
Suriye’de yeni safha: Türkiye için uluslararası fren yok!..
Suriye sahasında askeri hareketlilik, diplomatik temaslar ve entegrasyon tartışmaları aynı anda derinleşirken, Ankara’nın güvenlik merkezli yaklaşımının hem sahada hem de uluslararası düzlemde karşılık bulduğu görülüyor. Türkiye’nin SDG’ye yönelik olası askerî hamlesinin, mevcut konjonktürde ABD ve Rusya tarafından açık bir itirazla karşılanmayacak bir zemine oturduğu anlaşılıyor; her iki aktör de fiilen Şam merkezli çözüm perspektifini önceleyen bir pozisyon almış durumda.
Avrupa Birliği ise Ukrayna–Rusya savaşının kendi coğrafyasına sıçrama ihtimali karşısında stratejik dikkatini doğu cephesine yoğunlaştırdığı için, Suriye bağlamında Türkiye’ye karşı güçlü ve caydırıcı bir karşı duruş sergileyebilecek durumda değil. SDG’nin entegrasyon konusundaki isteksizliği, Türkiye–Şam hattında askerî ve siyasi koordinasyonu hızlandıran temel faktörlerden biri haline gelmiş bulunuyor. Bu tablo, Suriye’de önümüzdeki dönemin, düşük yoğunluklu çatışmalardan ziyade, zorlayıcı entegrasyon ve güç tahkimi süreci şeklinde ilerleyeceğine işaret ediyor.
.
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
омюр челикдёнмез, Дикгазете
Seçilmiş Kaynakça
https://www.bbc.com/turkce/articles/cvgmvnkx513o
https://www.rudaw.net/turkish/kurdistan/121220257
https://www.rudaw.net/turkish/kurdistan/121220256
https://www.bakunetwork.org/ru/news/analytics/15215
https://vestikavkaza.ru/news/armia-turcii-vosla-v-siriu.html
https://www.msb.gov.tr/SlaytHaber/b304faedde404fcbaad1d78998122dcb
https://modern.az/ru/dunya/549427/tureckaya-armiya-voshla-v-siriyu-razyasnenie/
https://iranpress.com/content/313716/turkey-boosts-military-activity-syrian-border
https://anna-news.info/svodka-sobytij-v-sirii-i-na-blizhnem-vostoke-za-11-dekabrya-2025-g/
https://tr.euronews.com/2025/10/15/sara-putin-gorusmesi-suriye-rusya-iliskileri-yeniden-tanimlaniyor
https://www.fdd.org/analysis/2025/12/10/turkey-puts-fragile-deal-between-damascus-and-kurdish-forces-at-greater-risk/
https://www.mepanews.com/abd-yonetimi-suriyeye-yonelik-sezar-yaptirimlarini-kaldirmak-icin-bir-adim-daha-atti-75399h.htm