Türkiye’de son olaylar iç ve dış odakların istikrar sınaması mı?
Türkiye son haftalarda ardı ardına gerçekleşen gelen olaylarla adeta bir “istikrar testi”nden geçiyor. İlk bakışta birbirinden kopuk gibi görünen hadiseler, bütünsel okunduğunda hem devlet kapasitesine hem de toplumsal güven algısına yönelik bir yıpratma zinciri oluşturuyor.
Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve toplumsal alanlarda birbirini besleyen bir kriz dalgasıyla karşı karşıya olduğunu görmek için medyum olmak gerekmiyor. Yükselen enflasyon, döviz kurlarındaki dalgalanmalar ve iş dünyasında artan belirsizliklerle kırılgan bir tablo sergiliyor. Yatırımların azalması, sermaye çıkışları ve stratejik sektörlerde yaşanan kayıplar, ekonomik istikrarın ne kadar hassas olduğunu gösteriyor.
Siyasi alanda ise iktidar-muhalefet çatışması, demokratik zeminin daralması ve bürokrasi ile yargı üzerinden yürütülen müdahaleler, toplumsal kutuplaşmayı derinleştiriyor. Bu durum, yalnızca siyasi istikrarı değil, aynı zamanda yurtiçinde toplumsal güveni ve dışarıda ülkenin diplomatik ve ekonomik itibarını da etkiliyor.
Toplumsal güvenin bir diğer sınavı da suç ve kriminal olayların artışı. Cinayetler, organize suç girişimleri, polis ve yargı kurumlarına yönelik saldırılar, toplumda devlete duyulan güveni zayıflatıyor ve güvenlik algısında ciddi bir erozyon yaratıyor. Bu tablo, aynı zamanda Türkiye’nin kurumlarının kırılganlığını ve krizlere karşı direnç sınırını da ortaya koyuyor.
Bu üç alan -ekonomi, siyaset ve toplumsal güven- birbiriyle iç içe geçmiş durumda. Ekonomik belirsizlik siyasi gerilimi beslerken, güvenlik ve hukuk alanındaki zafiyetler toplumsal huzursuzluğu artırıyor. Böylece Türkiye, sadece tekil krizlerle değil, birbirini besleyen çok katmanlı bir istikrar sınamasıyla karşı karşıya kalıyor. İç ve dış odaklar, bu kırılganlıkları kendi stratejik çıkarları doğrultusunda yönlendirme fırsatına sahip.
Yat kazası sermaye dünyasına mesaj mı?
Mazu Yachts’ın kurucusu iş insanı Halit Yukay’ın yatının parçalanarak denizde kaybolması, yalnızca trajik bir kaza değil, aynı zamanda sermaye çevrelerine verilen sembolik bir mesaj olarak okunabilir. Lüksün, prestijin ve uluslararası bağlantıların simgesi olan bir yatın paramparça olması, sermaye sahiplerinin “güvenli liman” arayışını zorlaştırıyor.
Yukay’ın iş dünyasında sahip olduğu ağ, dolaylı biçimde siyasetle de kesişiyordu; Yalova ve İstanbul’daki marina yatırımları, hükümetle yakın ilişkiler gerektiren alanlardı. Bu bağlamda, olayın ekonomik istikrar, yatırım güveni ve sermaye–siyaset ilişkisi üzerinde doğrudan etkisi bulunuyor.
Olayın olası uzun vadeli etkileri arasında, yatırımcılar ve iş çevrelerinde belirsizliklerin artabileceği, stratejik sektörlerde sermaye çıkışı veya yeni yatırımların ertelenmesinin gündeme gelebileceği söylenebilir. Ayrıca, dış aktörler açısından Türkiye’nin ekonomik kırılganlık algısının güçlenme ihtimali, ülkenin uluslararası alandaki güvenilirliği üzerinde potansiyel olumsuz etkiler yaratabilir.
Ancak asıl sorulması gereken, bu mesajın kim veya hangi odaklar tarafından verilmek istendiğidir. İç odaklar, ekonomik ve politik belirsizlikleri manipüle ederek kendi nüfuz alanlarını güçlendirmeyi hedefleyebilir; dış odaklar ise Türkiye’nin kırılganlıklarını istihbarat, diplomasi veya ekonomik araçlarla öne çıkararak uluslararası ve yerel algıyı şekillendirmeye çalışıyor olabilir. Bu nedenle olayın etkilerini değerlendirirken, aynı zamanda mesajın muhtemel gönderenlerini ve stratejik amaçlarını da dikkate almak önemlidir.
Savcı cinayeti ve hukuk güvenliğine darbe!..
İstanbul’da Cumhuriyet Savcısı Ercan Kayhan’ın öldürülmesi, hukukun üstünlüğü ve devlet otoritesi açısından ciddi bir sınama niteliği taşıyor.
Bu saldırı, toplumsal adalet algısını zedeleyebilir ve yargı kurumlarının işleyişine dair güvenin sarsılmasına yol açabilir. Olay, yalnızca bireysel bir saldırı olarak görülmemeli; savcının öldürülmesi, olası karmaşık veya kriminal ilişkileri ve adalet sistemi içindeki zaaflarla birlikte değerlendirildiğinde, adalet mekanizmasının işleyişteki zaaflarını ortaya çıkaran bir uyarı niteliği taşıyabilir. Bu bakış açısı, bireysel spekülasyonlardan uzak durularak, sistemin genel işleyişine dair kapsamlı bir değerlendirme yapmayı mümkün kılıyor.
İzmir’de polis karakoluna saldırı, iç güvenliğe yönelik provokasyondur!..
İzmir Balçova’daki terör saldırısında iki polis şehit olurken, onlarca kişi gözaltına alındı. Olayda tutuklanan İran vatandaşının faille olası bağlantıları, saldırının yalnızca bireysel bir cinnet olmadığını, daha geniş bir yönlendirme ve örgütlü planın parçası olabileceğini düşündürüyor.
Failin lise öğrencisi olması, gençlerin radikalleşmeye açık bir hedef haline getirilebileceğini ve eğitim sistemindeki eksikliklerin, farkındalık ve güvenlik bilincinin yetersiz kalmasının bu süreçte rol oynayabileceğini gösteriyor.
Ayrıca, bazı cemaat ve dini grupların, gençleri ideolojik olarak etkileyerek radikal İslamcı terör örgütlerine potansiyel insan kaynağı sağlaması riski de mevcut. Özellikle Türkiye’ye yönelik tehdit ve propaganda yürüten radikal örgütlerin söylemleri göz önünde bulundurulduğunda, bu tür örgütlü yönlendirmeler toplumsal güveni zedeliyor ve kolluk kuvvetlerine duyulan inancı azaltıyor. Devletin güvenlik alanındaki etkinliği, bu tür yönlendirmeler ve ideolojik etkileşimler karşısında ciddi bir sınavdan geçiyor ve bu tehdidin uzun vadede devam etme olasılığı bulunuyor.
Antalya Emniyet Müdürünün tutuklanması, kurumsal çürüme algısını tetikler mi?
Antalya İl Emniyet Müdürü’nün rüşvet ve dolandırıcılık suçlamalarıyla tutuklanması, güvenlik kurumlarının tepe noktasına duyulan güveni ciddi şekilde sarsıyor. Benzer biçimde diğer kamu kurumlarında ortaya çıkan yolsuzluk ve rüşvet vakaları, devlet mekanizmalarına yönelik güveni daha da aşındırıyor. Bu durum, yalnızca iç kamuoyunda kurumsal güveni zayıflatmakla kalmayıp, uzun vadede devletin etkinliğine ve iç güvenlik politikalarına olan inancı da zayıflatıyor. Söz konusu güven kaybı, toplumsal huzursuzluk riskini artırırken, kurumsal yozlaşmanın milli güvenlik açısından potansiyel bir tehdit hâline gelmesi ihtimalini de gündeme getiriyor. Ayrıca uluslararası çevrelerde Türkiye’nin güvenlik ve yönetişim kapasitesine dair algının olumsuz etkilenmesi, diplomatik ve ekonomik alanlarda da sonuçlar doğurabilir.
CHP de sütten çıkmış ak kaşık değilmiş meğer!..
CHP’ye yönelik kayyum hamlesi, yalnızca sandıkla kazanılan meşruiyetin bürokrasi ve yargı eliyle gölgelenmesi anlamına gelmiyor; aynı zamanda partinin kendi içindeki güç mücadelesini ve yönetim zafiyetlerini de gözler önüne seriyor.
Parti içinde bazı isimlerin, belediye yönetiminde ve kamu kaynaklarının kullanımında hatalar veya yolsuzluk ve rüşvet iddialarıyla gündeme gelmesi, CHP’nin “kılçıksız balık” kıvamında bir parti olduğu imajını zayıflatıyor.
Polis ablukası altında yaşanan kayyum süreci, demokratik alanın daraldığı algısını güçlendirirken, siyasi kutuplaşmayı da derinleştiriyor. Bu durum, Türkiye’nin içerideki siyasi istikrarını doğrudan etkilerken, dış aktörlerin demokrasi ve hukuk güvenliği eleştirilerini de yoğunlaştırıyor.
Olası uzun vadeli etkiler arasında, siyasi kutuplaşmanın daha da derinleşmesi ve toplumsal gerilimin artması; uluslararası kamuoyunda demokrasi ve hukuk güvenliği tartışmalarının yoğunlaşması; ayrıca seçim süreçlerine dair güvenin ve katılımın olumsuz etkilenmesi sayılabilir.
Olaylar arasındaki etkisel bütünleşim…
Bütün bu gelişmeler, birbiriyle doğrudan ilişkilendirilebilir. Halit Yukay’ın trajik ölümü, sermaye çevrelerinde güven kaybına yol açarken; savcı cinayeti ve İzmir’deki saldırı, hukuk ve güvenlik kurumlarına yönelik bir sarsıntı yaratıyor. Antalya Emniyet Müdürü’nün tutuklanması, iç kamuoyunda ve uluslararası çevrede kurumsal güveni zedeliyor. CHP’ye yönelik kayyum müdahalesi ise siyasi istikrarı ve demokratik zemini zayıflatıyor.
Bu birleşik tablo, hem iç hem dış odakların Türkiye üzerindeki etkilerini ortaya koyuyor: İçeride devlet mekanizmalarını zayıflatmak, toplumsal güveni erozyona uğratmak; dışarıda ise Türkiye’yi kırılgan bir aktör olarak göstermek ve yatırımcı güvenini sarsmak. Her olay, kendi alanında bir kriz yaratırken, birlikte okunduğunda ekonomik, hukuki, güvenlik ve siyasi istikrarın eş zamanlı bir sınamasını ortaya koyuyor.
Ekonomik kayıplar, güvenlik ve yargı saldırıları, siyasi müdahaleler bir araya geldiğinde Türkiye’nin kurumsal direnç sınırlarını test ediyorlar. Her olay, kendi başına bir kriz yaratırken, toplam etki ekonomik, hukuki, güvenlik ve siyasi istikrarın eş zamanlı sınanması olarak değerlendirilebilir. Bu durum, Türkiye’nin hem içerideki hem de uluslararası odaklara karşı uzun vadeli stratejik hazırlıklar yapmasını zorunlu kılıyor.
Sokaklardan ve terörden medet umulmasın!..
.
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
омюр челикдёнмез, Дикгазете