
Aleæ
Çocukken evde Nebioğlu Yayınları, tarihçi Reşad Ekrem Koçu ve türlü leksikografların ya da lügat yazarlarının imzâsını taşıyan kitap, ansiklopedi, dergi vb. gibi ne varsa okur; hatta kıraat ettiğim her ilginç şeyi tüm teferruatlarıyla –hevesli bir vak’ânüvis gibi– tarih tarih, olay olay, gün gün kaydederdim telli defterlerime... Talebe argosuyla “temize çekmeyi” andırırdı.
“100 Büyük Adam, Kim Kimdir, Meşhur Filozoflar, Tarihin Büyük Olayları, Kim-Niçin-Nasıl” başlıklarını sizler de hatırlarsınız. Büyük puntolarla yazılmış hâyli hacimli manşetler sanki daha dün okumuşum gibi hatırımdadır hâlâ: “Avusturya-Macaristan Veliahdı Öldürüldü, Napolyon Waterloo'da Yenildi, Sezar Suikastı, Charlemagne Roma-Cermen İmparatoru Oldu”...
Sıcağı sıcağına verilen güncel haberler gibi görünürdü.
Belki de câzibeli kısmı buydu.
Bunların tamâmı “musavver” kitaplardı, yâni resimli, çizimli, illüstrasyonlu.
Bir evvelki yazıda kaleme aldığım Kayıp Eserler 1: De arte aleæ (*) yazısında zar oyunlarına değinince, Kim-Niçin-Nasıl serisinin “Tarihin Büyük Olayları” başlıklı cildinde Julius Caesar (Sezar) (M.Ö.100-44)'ın Rubicon nehrinin kıyısında ordusuyla berâber bekleme hâlindeyken dudaklarından döküldüğü rivâyet edilen o meşhûr cümle hatırımda canlandı: aleæ iacta est...
Yâni, “zarlar atıldı.”
*
Antikçağ tarihçisi Peter Crawford, dördüncü asrın Doğu Roma imparatorlarından Zenon'un hayâtı ve iki dönem sürmüş saltanâtının (474-475 ve 476-491) anıt mâiyetinde bir monografisini kaleme aldığı Roman Emperor Zenon eserinde, Roma dünyâsının en “kötü şöhretli” vakâlarından bâzılarının zarlarla âlâkalı olduğunu söyler ve argümanını, “Nasıralı İsa'nın giysilerinin askerler arasında kurâ çekilerek paylaştırılması” anlatısı ile kuvvetlendirir.
Crawford –eski tâbirle– “bednâm” ya da “adı kötüye çıkmış” zarla ilgili hâdiseler listesine bu nevî oyunlara tutkun olan İmparator Claudius'u ve Caesar'ın sarf ettiği söylenen yukarıdaki ünlü vecîzesini de iliştirir.
Buna mukâbil “Tarihin Büyük Olayları” cildinde, mânâen bu eski Latince özdeyişe, Türkiye Türkçe'sinin deyim söz varlığındaki ok yaydan çıktı, sözü ile karşılık verildiğini hatırlarım.
Kelime kelime incelersek, aleæ (alea) “zar”, iacta “atılmış, atılan”, est ise İngilizce'deki “am, is, are” gibi yardımcı fiil vazifesi görür ve zarlar atıldı (İngilizce: the die has been cast/thrown), şeklinde çevrilebilen cümle oluşur. Zarın kendisinden ziyâde zarın atılmasına şiirsel bir vurgu yapılarak, kulağa, “ben tüm bu riskleri aldım, bunu sonuna kadar götürmenin zamanı geldi,” tınıları taşıyan bir kelam gelmiş olur.
Literatürde bu söz Latince olarak geçer, lâkin Yunanca söylendiği tarihçiler arasında tartışılır durur. William Shakespeare'in “Julius Caesar” trajedisinde, Brutus, Caesar'ın bir pazar yerinde yere yığılıp, ağzı köpürür hâlde nöbet geçiren trajik vaziyetini “düşme illeti” olarak tanımlarken, Casca'ya, Cicero'nun bu duruma ne dediğini sorar ve (Julius Caesar'ın) Yunanca konuştuğunu ve konuşmasını anlayanların gülüşüp başlarını salladıkları, cevâbını alır.
Hâliyle Caesar'ın Rubicon'da Roma tarihinin kaderini belirleyen sözlerinin aleæ iacta est değil, Yunanca anerrīftho kūbos (ανερρίφθω κύβος) olduğu söylenir.
“Küpü atıyorum,” der harfîyen...
O küp, zardır Yunan edebî kültüründe.
Bir argümana göre Roma imparatorluğundaki senatör oligarşisinin önyargılarını aşmasını sağlayan şey, Caesar'ın Yunanca hakkında kapsamlı mâlûmâtı olduğu için o zar, Latince değil, Yunanca atılır aslında.
*
Peki nedir Rubicon'u aşma meselesi?
Milat tarihinde Caesar, Pompeius ve Crassus triumvirliği, yâni “üçlü liderliği”, Julius Caesar'ın hodbinliği, Pompeius'un ihtirâsı ve Crassus'un şan-şöhret tutkusuyla nihâyete ererken, Caesar, hasımlarının cüretkâr hamleleriyle mat olmamak için ordunun komutasını bırakmamaya karar verir.
Adım adım imparatorluğun kalbine, yâni antik Roma tarihçilerinin başucu eseri olan Ab Urbe Condita (Şehrin Kuruluşundan İtibâren)'yı neşretmiş tarihçi Titus Livius'un, batılıların tâbiriyle, nâm-ı değer Livy'nin dediği gibi, “artık kendi görkeminin altında ezilen” Roma şehrine doğru ilerler.
Hâlâ Pompeius'un tahakkümü altındaki senato, şâyet Caesar bu küstahlıkla devam ederse, “devlet düşmanı” olmakla ithâm edileceğini söyleyerek ondan komutayı bırakmasını ister, fâkat Caesar, o sıralarda çoktan karşısına kale kapısı gibi dikilen Rubicon nehrinin kıyısındadır.
O nehrin ötesinde tüm heybetiyle yankıların, illüzyonların ve gösterilerin şehri Roma durur.
Caesar, Rubicon'un azgın ve tekinsiz sularına karşı bir müddet tefekkür eder, muhtemeldir ki alacağı kararın netîcelerini düşünür, çünkü şehre ordunun girmesi, evvelce “men edilmiş”, Roma Cumhuriyeti'nin “teâmüllerine” ya da alışılagelmiş uygulamalarına aykırı, yazılı olmayan bir gelenektir milattan evvel 49'a kadar...
Galya eyâletinin hudûdunu oluşturan nehrin kenarında hayâtî bir karar alır, söylenene göre zarlar atıldı, der ve cesâretle Rubicon'u aşıp yürüyüşüne devam eder. En nihâyetinde, Roma'yı fethederek bir ömür süreceğini sandığı tiranlığını ilân eder.
Pompeius, Epirus (günümüzde Yunanistan ilâ Arnavutluk arasında bir bölge)'a çekilir; Crassus zaten şân için gittiği ve bir gün mutlak zaferle kudretli bir lider olarak döneceğine inandığı Carrhae (günümüzde Harran civârı) Muhârebesi'nde boğazına eritilmiş altın dökülmek sûretiyle korkunç bir son yaşayarak tarih sahnesinden çekilmiştir.
Böyle bir siyâsî iklimde, Caesar, “dictator” (mutlak güçle donatılmış baş yargıç) unvânı alır. Böylece, ilkel bir cumhuriyetten yâhût bir cumhuriyet denemesinden imparatorluğa geçilerek, bir nevî fikir teatisine önem verilen çağlar geride bırakılarak Roma'da artık felsefeye lüzûm olmayan bir devri başlatır.
Dahası, ismi, tarihçi Prokopius (500-565)'a göre “gökyüzünden aşağıya sarkıtılmış desteksiz bir altın küre”yi andıran pek latîf kubbesiyle Ayasofya'yı dünyânın merkezine alan Soultános ton Póleon (Şehirlerin Sultanı) düşerken 1453 Mayıs'ında, son Doğu Roma ya da Bizans imparatoru Konstantinos Paleologos'a kadar mühim bir titr olarak yaşatılacak olan Julius Caesar'dan sonra, Roma'ya hükmeden her imparator, artık yemeğini kendinden önce tattıracağı uşaklara ihtiyaç duyar.
İşte bu nedenledir ki günümüz İngilizce'sinde kullanılan cross the Rubicon (Rubicon'u aşmak, Rubicon'u geçmek) deyimi, “bir daha asla geri dönülemeyecek, geri alınamaz bir karar vermeyi, ne olursa olsun deyip bir karar almayı, tüm gemileri yakmayı,” ifâde eder.
Bir yönüyle de ezelî kısmete, tâlihe, bahta, ilâhî takdîre vurgu yaparak Stephen King'in “hayat âdildir, hepimiz bir rahimde dokuz aylık sarsıntı yaşarız ve ardından zar atılır,” sözünü anımsatır.
Caesar da gözüpeklikle o zarı atar, o günlerde savaşı kazanır ve kısa bir müddetliğine de olsa sukûneti sağlar, taa ki bir sonraki kasırgada patlak verecek olan kan banyosuna kadar...
.
Sami Mert, dikGAZETE.com
Kaynakça
Peter Crawford, Roman Emperor Zeno: The Perils of Power Politics in fifth-century Constantinople, Pen and Sword Books, UK, 2019, p.241.
Stories from the History of Rome, Christian Knowledge Society, London, 1873, p.122-123.
(*) https://www.dikgazete.com/yazi/n-a-7946.html