USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Fıçı ve fıçıcılık üzerine (2)

Fıçı ve fıçıcılık üzerine (2)
07-12-2025

Fıçı ve Fıçıcılık Üzerine (2)

Nikea (şimdiki İznik) kentinde dünyâya gelmiş zamânının meşhûr Latin târihçisi Dion Cassius, –Yunânî adıyla– Díon o Kássios (2.yy-3.yy), Augustus'un saltanâtından Commodus'un ölümünü kapsayan dönemin mufassal târihini kaleme aldığı kroniklerinde, Spasinou Kharaks –bugünün Irak'ında Dicle civârındaki mahâl– bölgesine gelip hükümdâr Athambelus'un sadâkâtinden emîn olan Roma imparatoru Traianus (53-117)'un okyanus kenarına vardığı esnâda seyir hâlinde bir gemi gördüğünde genç olsaydım, ben de kesinlikle Hindistan'a geçerdim, lâfını referans gösterir. Bu tasvîr, kendinden asırlar sonra Roma'nın çöküşünün âdetâ “en nefes kesici şiirini yazanSir Edward Gibbon'ın Traianus hakkında şöhret tutkunuydu; ve beşerîyyet, hayırseverlerinden çok tahrîbkârlarına ziyâdesiyle cömertçe alkış tutmaya devâm ettiği müddetçe, askerî muzafferiyyetin susuzluğu her dâim en yüce karakterlerin bile zâafı olacaktır, tahlîliyle örtüşür.

Britanya'dan tutun Pers topraklarına kadar fevkalâde büyük bir coğrafyayı tahakkümü altına alan İmparator Traianus da erişebileceği o en debdebeli “şöhretin” nişânesi olarak ikinci asrın ilk çeyreğinde Roma'nın nâmlı heykeltıraşlarına binâ ettirdiği ve etrâfına muhârebe tasvîrlerinin, şehir ve insan manzaralarının, ve cümle devlet icrâatlarının hakkedildiği devâsa bir sütûn dikmiş şehrin tam kalbine. Yazar Leylâ Erbil'e yazdığı kederli aşk mektuplarında şâir Ahmed Ârif’e her kadında bir Kleopatra damarı, her erkekte de bir Sezar ahmaklığı vardır, dizelerini yazdırmayı başaran “Yüce” Sezar'ın Roma mîmârîsinde başlattığı ve hâkimiyetini veyâ tiranlığını mîmârîyle özdeşleştirdiği bu eski âdetin belki de en usturuplu ve dokunaklı nümûnesini yaptırtan Traianus, kendi nâmını taşıyan bu sütûnun bir yüzünde, Daçyalıların, Tuna Nehri kıyısında uğradıkları bozgunu hikâye ederken, öbür yüzünde asıl târihi yazan gündelik yaşamın kahramanlarına, yâni Roma halkının salt hayat öyküsüne yer vermiş hiç umulmadık bir biçimde.

Cânhıraş bir mücâdeleyle tahta fıçıları kadırgalara yükleyen Roma âhâlisinin sûreti, sütûnu bir sıra hâlinde çehrelerken, târih boyu sosyal yaşamın en ehemm materyallerinden olan fıçıların da kullanım biçimlerine dâir ipuçları verir. 

*

Fıçı, Yunan lisânında iki kelimeyle karşılık bulur.

İlki, “varil” sözcüğüne de kaynaklık eden varéli (βαρέλι). İkincisi, “su arabası, sulama aracı, büyük miktarlarda sıvı taşımak için özel olarak tasarlanmış veyâ donatılmış araç, kamyon, bir nevî tanker” mânâlarına gelen vytío (βυτίο)...

6.yy ilâ 16.yy aralığında, bin senelik zaman diliminde, egemen dil olarak kullanılmış bulunan Bizans Koinesi'nde, veyâhût Orta Yunanca'da, boúttis (βούττις) terimi karşımıza çıkar.

Boúttis, beşerin hayâllerini cezbedip uğruna kısraklar kurbân ettiği ışığın yansıması hâdisesini ilk defâ 1.asırda Roma idâresindeki Eski Mısır'da yasalaştırarak bilimsel bir îzâha kavuşturan, matematik, fizik, tüm pnömatik ve hidrolik sistemler üzerine ciddî fikirler yürüten ve maalesef kaybedilmiş onca yazısı ve tasarımına rağman bâzı eserleri Arap el yazmalarında muhâfaza edilmiş olan antik devrin bilim adamı İskenderiye'li Heron'un yazdığı, Evert Bruins tarafından 1964 senesinde derlenip neşri yapılan Metrica (Μετρικά) külliyâtında bir ölçü birimi olur.

Eskilerde boúttis'in bir ölçü birimi olarak kullanıldığını, Luka İncil'inin on altıncı pasajında yüz varil zeytinyağı (one hundred barrels of olive oil/Ἑκατὸν βάτους ἐλαίου) ifâdesinde geçen Eski Yunanca bátous (βάτους) sözcüğüyle kökteşliği teyîd eder.

Esâsen bátos'un etken çoğulu olarak βάτους terimi, Henry George Liddell ve Robert Scott'ın hazırladığı Antik Yunanca lügatinde (A Greek-English Lexicon, 1883), “İbrânî sıvı ölçüsü” olarak tanımlanır. Böylece, kelimenin, İbrânî lisânından geldiğini gösterir (בַּת, bath). Bir nevî tahıl ölçüsü אֵיפָה ephah'a eşittir. Yahudi târihçi Josephus'un Antiquities eserinden de bilindiği üzre, bátous, sekiz ilâ dokuz galon aralığına işâret eden bir sıvı ölçü birimi.

Kimi yazarlar “metal halkaları bulunan büyük küp” mânâsına gelen butta, buttis kelimelerinin 5.asırdan başlayıp, orta zamânın yazı Latince’sine değin kullanıldığını söylerken, Papias ve Tuğlacı gibi leksikograflar, bu terimin, Yunanca olduğunun altını çizer. Eski Grek literatüründe kendine bu şekilde yer bulan boúttis, Istanbul'un eski âhâlilerinden Rumların konuşup yazdığı Grekçe'ye, yâni Rumca'ya da buradan girer hâliyle. Okyanus lügati bu sözcüğü –Yeni Yunanca ile– “vutsi” şeklinde telâffuz eder.

Osmanlı devrinde mühim bir ticâret, sanat, tahsîl ve terbiye kenti hâline gelmiş olan, fâkat mâkûs tâlihine boyun eğerek son asırda medenîyyet ışığı sönen Smyrna (Eski İzmir) gibi hâyli müreffeh liman kentlerine uğrayan Rum tüccârlar ve denizciler vâsıtasıyla konuşma lisânına yerleşir bir ihtimâl; lâkin boúttis, 15.asrın meşhûr Fatih Kararnâmeleri'ndefucı” (فوجى) şeklinde geçer. Sultan Mehmed, Semendire Gümrük Kanunu'nu duyururken bir kantar davardan bir Filori ve bir fuçı hamrdan bir Filori alınur, tâlimâtını verir.

Terimi lisânda fark eden büyük lügat yazarı Meninski, –Lehçe'de “ç” sesini temsîl eden ć (çe) harfiyle yazdığı– fući (فوچى)'ye “(ekseriyetle şarap için) fıçı, varil, (sıvı için) tekne, çok geniş kap” demek olan Latince cūpa ile karşılık verir.

*

Fıçıcı esnafı, esâsen Istanbul'a, taa Bizans, yâhût Doğu Roma İmparatorluğu'ndan yâdigârdır.

Dersaʿâdet'i merkeze alan Osmanlı toprağına boúttis kelimesinden evrilerek giren fıçı sözcüğü, kısa müddette sosyal hayâtın tüm katmanlarına yerleşir.

Bir Yeniçeri ağasının belinde sımsıkı sarılı duran kan kırmızısı kuşağının hemen altındaki boynuz biçimli barutluk lebâleb doludur Etmeydanı (bugünki Ağa Kapusu, Fatih)'nda tâlim yaparken. O barut, çırçıl vâsıtasıyla baş üstünde yukarıya doğru kaldırılan fıçılar sâyesinde ulaşır askerîyyenin cephâneliğine.

Sanayi Devrimine dek gelişmiş bir kanalizasyon sistemi bulunmayan orta zaman Avrupa'sında lâzımlıkların pencerelerden aşağıya döküldüğü, sırf sokaklara atılan defʿi hâcet kalıntılarına basmamak için insanların topuklu takunyalarla, siperlikli şapkalarla kuşandığı asırlarda, 5,000 neferden oluşan Kostantiniyye lâğımcıları, ellerinde kazma, kürek, süpürge, ve omuzlarında devâsâ sırıklar vâsıtasile ufkî olarak kaldırdıkları fıçılar, şehri tertemiz etmek için cânhıraş bir mücâdeleye girerler her gün.

Odalar kadar büyük bâde (şarap) fıçıları tasvîr edilir Divân şiirlerinde.

Vaniköy'ün İcâdiye tepesindeki yangın gözetleme kulesinden yedi pâre top atışı yapıldığında, bir yangın felâketinin patlak verdiğini anlayan şehir sâkinleri kendi mahâllelerinde nöbete geçer ve mâzîde fermân olunduğu üzre hânelerde bulundurmak mecbûriyetinde oldukları su fıçılarının başında müdâhaleye hazır beklerler.

Zaman zaman kent meydanları, cesâretli ve açıkgöz tüccârların uzak limanlardan getirdiği bal, sâdeyağ ve zeytinyağ fıçılarıyla dolar taşar.

Asırlarca uzak denizleri keşfe çıkan balıkçıların en mühim besin kaynağı olan sardalya fıçıları ve fıçılanmış her nevʿ balık mahsûlü, Malta'dan, Yunan adalarından ve son kertede Marmara adası ile Koútali (şimdiki Kaşık veyâ Ekinlik Adası)'den gelir Osmanlı Istanbul'una...

Mayıs'ın son eyyâmında başlayan kabak melteminin o tatlı, yaz kokulu esintilerinde lâciverde dönen boğaz sularıyla âheng içerisindeki pek latîf mesîre yerleri dolar taşar, şehr-i İslâmbol'a fıçı fıçı gelen İstanköy'ün limon suları bu aldatıcı yaz havalarında kana kana içilir. Seyyâr turşucular ellerinde taşıdıkları fıçılarla şehirlinin pek sevdiği lahana turşularını akşamı bulmadan tamâmen satar. Vefâ'nın meşhûr bozacıları, bozayı fıçılarda dinlendirir, kesîf bir kokuya neden olunca mermer küplere geçer, koca koca fıçılar, birden fazla kişi tarafından sırıklarla taşındığı için o devrin hamallarına sırık hamalı denir.

Ahmed Râsim'in Şehir Mektûbları'nda bir âb âlemini anlatırken, bahsini ettiği sürâhîlerle içilen konyak da fıçı konyağıdır.

Eski Istanbul'un nâmlı meyhâneperestlerinin lisânına, klasik dönem içkihânelerinde masaların yanı başında duran fıçı dolusu şaraba istinâden, mecâzî olarak, sarhoş kimselere fıçı dibi demek âdet olur.

Ezîyyetli işe, ve hattâ lâf kondurmayı, kinâye yapmayı alışkanlık edene iğneli fıçı tâbir olunur.

Reşad Ekrem Koçu'nun aktarımıyla Galata'da 1940-1946 aralığında yıkılıp târih olmuş olan Lavirentos gemici meyhânesi, fıçı meyhânelerinin sonuncusudur.

Argoda arjantin denilen Bomonti semtindeki Bira Bağçesinin fıçı biraları dillere destân olur.

Ermeni edebiyâtının mühim isimlerinden Istanbullu Onnik Bey'in soyadında yaşar (Fıçıcıyan).

Senede bir kerre budamasını yaptığı bir mürekkeb ağacının dalından akan fıçılar dolusu o siyâh ve pek kuvvetli reçineyi işleyen Assam doğumlu bir grup Hind ırgat, bu maddenin, Cağaloğlu semtinde fâaliyet gösteren bir gazetenin makine dâiresinde ellerini mürekkep fıçılarına daldırmış bir işçiye kadar ulaşmasına vesîle olup târih boyu matbû eserlerin basım sürecine eşsiz bir katkı sağlar. Hattâ, kıtʿanın öbür ucundaki yazar Mark Twain'e bile mürekkebi fıçılar dolusu satın alan insanlarla asla münâkaşa etmeyin, lâfını söyletir.

Serserîler arasında fıçıcı dendiği vakit, ağızlar kulaklara varır ister istemez. Umûmhâneleriyle mârûf Beyoğlu'nun köhne arka sokağı gelir akıllara o zamanlar.

Fıçı ve fıçıcılık, gözden kaçırılır belki ama, şehrin kendisi gibi yaşar asırlarca.

*

Geçenlerde Okyanus külliyâtında “fıçı” maddesine rast geldiğimde, hâfızamda, bir vakitler sevgili anneannemin “ufak tefek ve sevimli” bulduğu nesneler için sarf ettiği –aynı zamanda Ahmed Râsim üstâdın buyurduğu üzre halk arasında cevâbı limon olup mâzîye âit bir bilmecenin suâlini oluşturan (bir küçük fıçıcık, içindedir turşucuk)– o pek sempatik küçücük fıçıcık, içi dolu turşucuk, tekerlemesi canlandı.

Ben de bu konuda iki kelâm edeyim,” diyerek çıktığım fıçı yolculuğunda, tüm tahkîkatlarım, –orta zaman îtikâdına ve âdetine göre Abdon ve Sennen'in gözetiminde– sıvı ve katı maddelerini küp ve tulumlarda taşıyan, hattâ yazılı eserleri ambalaj vazîfesiyle fıçılarda götürerek tüm coğrafyalarda kitap satışını canlandıran ve hâliyle “bilgiyi” yayan insanoğlunun, Kelt, Yunan ve Roma halklarının da el mahâretiyle, hâlen zeytinyağını ve şarabını fıçılarda muhâfaza etmesine, içeceklerini meşe fıçılarında dinlendirip arzû edilen lezzete ulaşma çabasına hayrânlık duymama vesîle oldu.

.

Sami Mert, dikGAZETE.com

Kaynakça

Dion Cassius, Dio's Roman History, translated by Earnest Cary, vol. VIII, Harvard University Press, London, 1925, p.415, 417.

Edward Gibbon, The Decline and Fall of the Roman Empire, vol. I, W. Allason, London, 1820, p.9.

Evliyâ Çelebi, Esnâf-ı azîm lağımcıyân, Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, haz. Robert Dankoff, Seyit Ali Kahraman ve Yücel Dağlı, Yapı Kredi Yayınları, Cild 1, 2006, s.251.

Henry George Liddell and Robert Scott, “βάτος”, A Greek-English Lexicon, Harper and Brothers Publishing, USA, New York, 1883, p.279.

Hero of Alexandria, Heronis Alexandrini Metrica: accedunt partes quaedam selectae Codicis Constantinopolitani palatii veteris, Textus minores in usum academicum, vol. 34/1, edited by Evert M. Bruins, E. J. Brill Publishing, 1964, p.31.

Luke 16: 6.

Meninski, اويون, Complementum Thesauri Linguarum Orientalium, seu Onomasticum Latino-Turcico-Arabico-Persium simul idem Index Verborum, Viennae, Austriae, 1687, p.310.

Pars Tuğlacı, “fıçı”, Okyanus Ansiklopedik Sözlük, Cild 3, Cem Yayınevi, İstanbul, 1985, s.792.

Reşad Ekrem Koçu, “Akşamcı, Akşamcılar”, İstanbul Ansiklopedisi, Cild 1, Tan Matbaası, İstanbul, 1958, s.552.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?