
Art
Tahmînimce, tipik bir «otodidakt» (kendini yetiştirmiş, kendi kendini eğiten biri) olduğu için evvelâ İngiliz akademilerinin kibirli profesörlerince hakîr görülen; fâkat târihin “aʿceb-ü'l-ʿacâʾib” (çok şaşırtıcı ve gülünç olan) adâleti netîcesinde aynı eğitim müesseseleri tarafından ileride Sir ünvânına lâyık görülecek olan filolog Dr. James Murray de birkaç asistanın yardımıyla Oxford Sözlüğü projesine editör olarak dâhil olduğunda, ülkenin dört bir yanında konuşulan tüm lehçelerde tespît edilmiş binlerce kelimenin târiflerinin yazılı olduğu kâğıt parçalarıyla çevrili yazıhânesinde, art (sanat) sözcüğünün farklı yüzyıllar içerisindeki mânâlarını keşfetmek için verdiği düşünsel ve entelektüel mücâdele, The Professor and the Madman (Deli ve Dâhî) filmine konu olur.
«Art», kökenbilimi üzerine uzmanlaşmış mütehassıslar, ihtisâs sâhipleri veyâ işin kompetanları arasında târihte “etimoloji” niteliği taşıyan ilk eser olarak kabul görmüş, din âlimi, ilâhiyatçı, teolog, psikopos ve Montàlembert Kontu Charles'ın Les Moines d'Occident (Batı'nın Keşişleri) eserinde söylediği gibi sâdeliğiyle tüm kalpleri fetheden (Isidore, gagna tous les cœurs par son aimable simplicité) Sevilla'lı “Aziz” Isidore (560-636)'un kaleme aldığı Etymologiae külliyâtının “De disciplina et arte” (Disiplin ve Sanat) başlıklı giriş faslında tanımlanır.
Latince imzâ adıyla «Sanctus Isidorus Hispalensis», art teriminin Yunanlar tarafından ἀρετή (Eski Yunanca'da ăretē) sözcüğünden türetildiğini söyler. Antik Yunan lisânında virtus'a, yâni “virtue'ya, erdeme, fazîlete, meziyyete, mükemmelliğe” teşbîh edilir, çünkü Grek esâtîrinden, yâhût Yunan mitolojisinden bir kahramanın adıdır.
Arété, Yunan kültüründe ahlâkî, entelektüel ve fiziksel nitelikleri kapsayan mükemmelliği ve erdemi temsîl ederken, kişinin en yüksek potansiyelinin peşinde koşmasının, cesâret, bilgelik ve ʿizzet-i nefs gibi erdemlerinin somutlaşmış hâlini ifâde eder ve Yunan edebiyâtındaki neredeyse tüm karakterler bu yüksek mefkûreye, ülküye veyâ ideale ulaşmaya çalışır.
Aziz Isidorus vâsıtası ile Latin âlemine giren «arété», pratikte beceri, daha özel olarak ideale somutluk veyâ temsil kazandırma kâbiliyyeti, ve asîl eylemler olarak Latince ars sözcüğüne hayât verirken, Roma imparatorlarına mahsûs üstün bir vasıf oluverir târihin bir aşamasında... İskoç vâiz, kütüphâneci ve filozof William Fleming (1791-1866), The Vocabulary of Philosophy, Mental, Moral, and Metaphysical eserinin «art» maddesinde, Dominikan râhip Thomas Aquinas (1225-1274)'ın sanat, bâzı eserleri doğru bir şekilde icrâ etmenin yoludur (ars est ratio recta aliquorum operum faciendorum), vecîzesine yer vererek «ars» terimine dâir metin içi kullanım örneği sunar.
Aquinas, neşrettiği pasajlarda, sanatı, recta ratio factibilium olarak tasvîr eder. Yâni sanat, uygulanabilir şeylerin doğru oranıdır, yapılacak şeylerle ilgili doğru yargı ve üretim kurallarının mükemmel bilgisidir aslında. Bir dizi yapma ve yargılama ilkesidir. Nasıl yapılacağını bilmektir belki de. Umberto Eco, The Theory of Art yazısında, Şarlman ile parlak yüzyıllar yaşayan, Fransa Krallığı'nın ve Kutsal Roma İmparatorluğunun öncülü Karolenj Hânedânlığı zamânından teolog Duns Scotus (1266-1308)'a kadar orta devir düşünürlerinin bu görüşleri periyodik olarak tekrâr ettiklerinden ve kavramın çeşitli biçimlerde yeniden formüle edildiğinden bahseder, fâkat onun için esâs başlangıç noktası, orta zaman boyunca eğitim sisteminin âdetâ tartışılmaz tek kutbu olan Aristoteles'tir. Orta devir skolastikleri için mantık ve etik de sanattır, çünki onlara göre salt teoride son bulmaz, pratiğe yönelir. Bu yönüyle, sanat kavramı, pratiğe dönüştürülmüş bilim veyâ bilgi için de kullanılır.
Rönesans'ın ilk senelerinde sanatçıların Antik Yunan ve Roma arkeolojisinde yeniden keşfettiği ve bilinçli olarak taklîd ettikleri klasisit hareket, 1400'lü yıllardan 1600'lere kadar uzanan zaman diliminde sanatta kendini gösterir. Antik Roma, mitoloji, Doğu Roma klasikleştirilir, yer yer maniyerist, yâni “gizemli, garip,” akımlar hissedilir, naïve yâhût çocuksu sâdeliğe sâhip stiller, eski çağların bilgeliğinden doğar.
Sanatın her yönünü “şu veyâ bu akıma göre” diyerek kategorize etme konusunda katı kâidelerin benimsendiği bir çağda –İzm'ler Sözlüğü'nün yazarı Osman Korkmaz Karamanoğlu'nun sözlerine istinâden– bir âlimin îcâdı, bir teorisyenin nazariyyesi, bir feylesofun öğretisi, bir dinî liderin ya da velî zâtlardan mühim bir şahsın kurucusu olduğu din veyâ tasavvuf yolu, bir siyâset adamının eylemi nasıl “–izm” takısı alarak türlü şekillerde teorize ediliyorsa, bir sanatçının –ister üstün nitelikli olsun, ister olmasın– şâheser verme metodu da aynı adlandırmaya konu olur.
17.yy'da Klasik Osmanlıca döneminin, şahsî kanâatimce, en nefis ve en kapsamlı leksikonunu yazıya dökmüş olan ve sık sık yazılarımda ismine yer vermeye gayret ettiğim Meninski, 1780 Viyana baskısındaki صنعت (san’at) maddesinde, kavramı, Orta Latince act; opificium exercere... ars, opificium, artificium (eylem; bir mesleği icrâ etmek... sanat, zanâat, hüner), şeklinde îzâh eder. Atın tımarıyla, yemiyle meşgûl olan seyislerin yâhût atlarla ilgilenen özel uşakların icrâ ettiği at bakıcılığını da mühim bir hüner, bir sanat olarak ele alır (ars bene curandi equum). Lâyığı ile yapılan her iş öyledir bir nevî. Eski Türkçe'den «san’at işlemek» (صنعت اشلمك) fiilini, “bir sanatı veyâ zanâatı icrâ etmek” (artem exercere aut opificium) olarak açıklar.
Dolayısıyla herhangi bir işi, hakkıyla, bilgiyle, erdemle, –âmiyâne tâbiriyle– “hakkını vererek”, icrâ etmek, art kavramına işâret eder.
Bir insanın üstlendiği şeyleri başarılı yapan, muvaffakiyete eriştiren ve onları avantajlı ve hoş kılan belirli bir sistem, kurallar, ilkeler ve îcâtlar veyâ deneyler yığını, derlemesi veyâ –eski bir ifâdeyle– müktesebatı, yâni belli bir bilgi birikimidir diğer yandan.
«Art», Antuan Tıngır ve Kirkor Sinapyan'ın teknik terimler lügâtinde de “hırfet, sanat, fenn”dir. Savaş sanatı, art militaire, yâni “fenn-i harb” ile karşılık bulur lisân-ı Osmânî'de. Sanat eserleri, ouvrages d'art (ʿâmelîyyât-ı sınâʿiyye) iken, liberal ya da özgür sanatlar, arts libéraux (sanâyîʿ-i ʿilmiyye ve edebîyye)'dur.
Liberal sanatlar deyince soylu, asîl, saf ve saygıdeğer olan veyâ herhangi bir kazanç elde etme kaygısı olmadan işlenmeye değer olan her disiplin bu kapsama girer: şiir, müzik, resim, dil bilgisi, retorik, mimârî vb. gibi. Teolojik bir yaklaşımla, sanat, ilâhî mükemmelliğin yalnızca bir gölgesi iken, yâhût rûh, elle çalıştığı zaman tezâhür ederken, Fransız ressam Paul Cézanne'ın da dediği gibi “doğa ile paralel bir ahenktir.” Belki de mükemmel sanat, tabiatın bittiği yerde başlar.
Floransalı orta devir Rönesans şâiri Giovanni Boccaccio'nun naklettiği öykülerin içinden özenle seçtiği on hikâyeyi, aşkın ve cinselliğin yüceliğini, ve insan üzerinde yarattığı önüne geçilemez hayat enerjisini cüretkâr bir dille beyaz perdeye aktaran İtalyan rejisör Pier Paolo Pasolini'nin Il Decameron (1971)'unda, bizzât kendisinin canlandırdığı fresk ressamı Giotto, diğer karakterler gibi iktidar peşinde koşan, ikiyüzlü, ve hattâ –argo bir ifâdeyle– üçkâğıtçı, zevk ve sefâ düşkünü, paragözlü biri değil, aksine tek derdi yaşamak, hayâtını idâme ettirmek ve ortaya yaratıcı eserler koyarak düşlerini, hayâllerini gerçekleştirmek olan tutkulu bir sanatkârdır. Son sahnede eserinin tamamlanmasını öbür işçilerle berâber Aziz Anthony'nin rûhuna şarap içerek kutlarken, kilise duvarına resmettiği eserine bakakalır ve şu sûali sorar: Onu hayâl etmek çok daha hoşken, bir sanat eserini yaratmak niye?
Acaba hayâl gücünün bilgiden daha mühim olduğunu mu vurgular yâhût onun sonsuz bir hazz kaynağı olduğunu mu hatırlatır bize? Yoksa sanatın herhangi bir mekâna sığmazlığı üzerine mi düşünür? Ya da bir eser üretmek, rüyâ görmeye mi benzer?
Bir bir devirirken çağları, zaman zaman –Zweig'ın sözüyle– yıldızının parladığı ânlar yaşayan insanoğlu, kâinâta dâir yüce bir hakîkate ulaşma pahasına bu apansız ve aslında ölüm gerçeği ile gâyet trajik olan öyküsünü sürdürdüğü müddetçe, başlıbaşına cesâret isteyen yaratıcılığının ve hayâl gücünün nîmetlerinden faydalanıp üzerine asırlardır düşündüğü sanat kavramının içini doldurmayı sürdürecek ve cevapları muğlak olan bu soruları tıpkı Giotto karakterinin yaptığı gibi eserlerine bakıp sûal edecek, zannediyorum.
.
Sami Mert, dikGAZETE.com
Kaynakça
Andrew J. Bould, “arété”, Le Dictionnaire de la Mythologie Grecque de A à Z: Le guide définitif des dieux, héros, créatures légendaires et mythes, Square & Compass Publishing, Paris, 2024, p.26.
Ant. B. Tınghır et K. Sinapian, “art”, Dictionnaire Français-Turc des Termes Techniques, Imprimerie and Lithographie K. Bagdadlian, Constantinople, 1891, p.339.
Charles de Montalembert, Les Moines d'Occident depuis Saint Benoît jusqu'à Saint Bernard, Lecoffre, Paris, 1873, p.145.
Henry George Liddell and Robert Scott, “ἀρετή”, A Greek-English Lexicon, Harper and Brothers Publishing, USA, New York, 1883, p.216.
Isidore de Séville, Isidori Hispalensis Episcopi Originum libri viginti ex antiquitate eruti, per Petrum Pernam, Basileae, 1577, p.1.
Meninski, “صنعت sæn-æt”, Thesaurus Linguarum Orientalium, Turcicae, Arabicae, Persicae, vol. III, Vienna, 1780, p.542.
Umberto Eco, The Aesthetics of Thomas Aquinas, translated by Hugh Bredin, Harvard University Press, Cambridge, Massachusetts, 1988, p.164.
William Fleming, “art”, The Vocabulary of Philosophy, Mental, Moral, and Metaphysical, Charles Griffin and Company, London, 1876, p.45.