Bir kadın bir masa bir dönüş
Bir masa sıradan bir masa değildi; bir kadın orada sessizce çözüldü.
Bir kadının içindeki telaş durduğunda dünya başka bir renge bürünür.
Zihni onu çekiştirmiyordu artık; içinde yıllardır sıkışmış ince bir düğüm, kimseye görünmeden, kimsenin fark etmeyeceği bir sükûnetle çözülüyordu.
Bir ara içinden bir ses yükseldi: “Mesele o değil!”
Ve işte tam o anda ruhunun boğum boğum çözüldüğünü duydu -ses çıkarmayan- bir devrimin içinden geçer gibi.
Küçücük bir masada oturuyordu belki…
Ama o an, fark edilmeden, kendi kendine dönüyordu.
İnsan hep kaçar aslında; kendinden, içindeki yükten, yıllardır dolup taşan o sessiz ağırlıktan…
Hep yaparız bunu.
Bir şeyleri yetiştirmeye, toparlamaya, düzene koymaya çalışırken asıl toparlanması gerekenin içimiz olduğunu unuturuz.
Kendimize dönmemek için bin tane yol buluruz; evi temizleriz, sofrayı kurarız, eşin zamanını düşünürüz, çocuğun okul saatini hesaplarız, dışarı çıkmayı erteler, nefes almayı bile görev hâline getiririz.
İnsan böyle işte…
Dışarıda bir telaş varken içine bakmaktan korkar.
Çünkü bilir: İçine baktığında çözülür.
Ve çözülmek, çoğumuza ağır gelir.
Biz hep yaparız bunu; koşarız, oyalandıkça iyileştiğimizi sanırız.
Oysa mesele hiçbir zaman hız değildi.
Mesele, bir kadının bir gün bir masaya oturup, kendi içindeki sessizliğe teslim olabilmesiydi.

Hepimiz aynı yerlerden geçiyoruz aslında; kadın, erkek, genç, yaşlı…
İnsanlığın yükü, hepimizin omuzlarında aynı ağırlıkla duruyor.
Kimimiz sessizce taşır, kimimiz bağırarak; kimimiz görmezden gelir, kimimiz fazla görür.
Hepimiz bir şeylere yetişmeye çalışırken kendi içimizde gecikiriz.
Birimizin telaşı diğerimizin suskunluğu olur; birimizin yükü diğerinin kaçışı.
Ve en tuhafı da şudur:
Hiçbirimiz kendimizi dinlemediğimizin farkında olmayız.
Durmayı bilmeyişimizde, içimizdeki çocuğu susturuşumuzda, özümüzü görevlerin arasında kaybedişimizde hep aynıyız.
Hepimiz aynı hikâyenin içinde dolaşan farklı yüzleriz.
Ve bazen bir masaya oturup da sessizce çözüldüğümüzde anlarız ki; dönüş dediğimiz şey, aslında insan olmanın en eski özüdür.
Bir de şu var tabii…
Özümüzden uzaklaştıkça tuhaf bir yavanlık çöker üstümüze; bunu kimse yüksek sesle söylemez ama hepimiz biliriz.
Kendini duymayan insan tatsızlaşıyor; ruhu ağırlaşıyor, dili keskinleşiyor, yüzü donuyor.
Bir yerde içimizden kopan o küçük bağ kopunca, geriye herkesinkine benzeyen bir koşuşturma kalıyor.
Ne teselli ediyor ne tamamlıyor ne de tat veriyor.
Hep başkalarının dertleriyle meşgul olup, kendi içindeki boşluğu görmezden gelmek…
Bir süre sonra insanı çiğ bırakıyor, pişmemiş gibi.
Affedersiniz ama özünü unutan insanın tadı da tuzu da kaçıyor.
Sonra da “neden böyle oldum” diye şaşırıyoruz.
Sanki cevabı gökyüzünde yazılı da biz okuyamıyormuşuz gibi.
Hâlbuki mesele basit:
Kendinden uzaklaşınca herkes biraz eksiliyor.
Ve ruhuna dönmeyen insan, kaç yaşında olursa olsun, içten içe çiğ kalıyor.
Ama sonra bir anda…

Hiç beklemediği bir masada, hiç özel olmayan bir çay eşliğinde sessiz bir sükûnet çöker üstüne.
Öyle yumuşak, öyle ağırbaşlı, öyle kendi halinde bir sükûnet ki…
Geçmişin gürültüsünü susturur.
Zihni yavaşlar, nefesi genişler, kalbi içeriye doğru kıvrılır.
Bir kadın o anda anlar:
İstediği hiçbir şey gürültüde saklı değilmiş.
Her şey, durmanın hafifliğinde saklıymış.
Her şey, kendiyle oturabildiği o tek masadaymış.
Sonra etrafındaki dünya başka bir dile bürünür:
Köprüden geçen araçların sesi uzak bir nehir uğultusu gibi akar, vapurun düdüğü göğsünde bir titreşim bırakır, martılar şehrin üstünde değil, sanki kendi içinden yükselirmiş gibi döner, kediler masanın etrafında dolaşırken o eski sıcaklık duygusu çöker içine, çay bardağındaki buhar bile başka bir hikâye anlatır.
Ve o an anlarsın:
Bir kadın, kendine döndüğünde, şehir bile onunla birlikte yumuşar.
Bir kadın durduğunda, dünya da onunla birlikte nefes alır.
Bir kadın çözüldüğünde, su gibi akar; geçmiş köprü olur, martı sesleri dua olur, vapur gövdesi kalbin ritmine denk gelir.
Masada oturan bir kadın vardır şimdi; sessiz, derin, çözmüş bir gülümseme taşıyan…
Kalkar, çayını bitirir, arkasında hiçbir iz bırakmaz—ama kendi içine bir yol açmış olarak gider.
Çünkü bazı dönüşler büyük değildir.
Bazı dönüşler gürültüsüzdür.
Bazı dönüşler sadece bir masanın kenarında olur.
Ve bazı kadınlar, şehrin ortasında bile…
Kimse fark etmeden yeniden doğar.
.
Arzu Leyal, dikGAZETE.com