
Barışın ihaneti: İsrail’in Katar saldırısı ve uluslararası sessizlik
Moskova
Ne yazık ki, Ortadoğu bir kez daha tarihinin en karanlık sayfalarından birine tanıklık ediyor. İsrail'in son dönemde Katar ve Yemen'e yönelik saldırıları, bölgede hem uluslararası hukuk açısından bir şok dalgası yaratmış hem de Arap dünyasındaki derin bölünmeleri bir kez daha gözler önüne sermiştir. İsrail’in bu saldırgan tutumunun ardında, yalnızca kendi çıkarlarını merkeze alan bir güç siyaseti yatmaktadır. Ancak bu güç siyaseti, bölgenin kırılgan dengelerini daha da altüst ederken, Arap dünyasının da iç çekişmelerle ne kadar savunmasız olduğunu ortaya koymaktadır.
İsrail’in tarihi saldırganlığı: Diplomasiye yer tok!..
İsrail’in diplomasiye duyduğu güvensizlik, tarihsel olarak uzun bir geçmişe sahiptir. 1954 yılında Mısır’da gerçekleştirilen “Susanna Operasyonu” bunun çarpıcı bir örneğidir. İsrail’in askeri istihbaratı, İngiliz, Amerikan ve Mısır hedeflerine bombalar yerleştirerek, bunları Mısırlı milliyetçilerin işi gibi göstermeye çalışmıştı. Ancak bu operasyon başarısızlıkla sonuçlandı ve haliyle İsrail’in provokatif ve “terörist” yöntemleri, uluslararası kamuoyunda ifşa olmuştu.
Bunun sonucunda İsrail Savunma Bakanı Pinhas Lavon görevinden istifa etmek zorunda kaldı.
Ancak geçen 70 yıl içinde İsrail’in saldırganlığı sadece hız kazanmış gibi görünüyor. Mısır’dan Uganda’ya, İran’dan Tunus’a kadar birçok ülke İsrail’in saldırılarından nasibini aldı. Hedefler arasında yalnızca askeri ve endüstriyel tesisler değil, sivil köyler, şehir mahalleleri ve hatta yolcu uçakları yer aldı. İsrail’in Filistin ve Gazze Şeridi’nde yürüttüğü sistematik saldırıları ise binlerce masum sivilin yaşamını yitirdiği bir trajedi olarak tarihe kazınmıştır.
İsrail’in güç politikası: Katar’a yönelik saldırı ve Ortadoğu’da derinleşen çatlaklar…
Ortadoğu’nun kırılgan dengeleri, İsrail’in Katar’a yönelik son saldırısıyla bir kez daha sarsıldı. İsrail Hava Kuvvetleri’nin Doha’ya düzenlediği füze saldırısı, Filistinli direniş hareketi Hamas’ın liderlerinin hedef alınmasıyla sonuçlandı. Üstelik bu saldırı, Katar’ın arabuluculuk rolü üstlendiği ve Hamas ile Amerikan temsilcilerinin önemli bir ateşkes müzakeresi için bir araya geldiği sırada gerçekleşti. Bu durum, İsrail’in barış müzakerelerine olan ilgisizliğini ve sadece düşmanlarının teslimiyetini istediğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Arap dünyasının önde gelen haber kaynaklarından biri olan Al Jazeera, İsrail’in bu saldırıyla bölgedeki müzakere umutlarını tamamen yok ettiğini belirtti. Zira Hamas, Amerikan yönetiminin sunduğu ateşkes şartlarını görüşmek üzere Doha’ya gelmişti. Ancak İsrail, bu fırsatı acımasız bir saldırıya dönüştürerek, barış çabalarını sabote etmekle kalmadı, aynı zamanda uluslararası hukukun temel prensiplerine de meydan okudu. Bu saldırı, İsrail’in müzakereyi bir araç olarak değil, düşmanlarını yok etmek için bir fırsat olarak gördüğünü bir kez daha kanıtladı.
Amerika’nın çelişkili rolü: İsrail’e destek mi, Arap dünyasına ihanet mi
İsrail’in Katar’a yaptığı saldırı, Amerika Birleşik Devletleri’nin Ortadoğu’daki pozisyonunu da tartışmalı bir hale getirmiş durumda. İsrail’in en büyük destekçisi olan ABD, bu saldırının ardından sessizliğini korumayı tercih etmişti.
Üstelik Doha saldırısının gerçekleştiği yer, ABD’nin bölgedeki en büyük askeri üssü olan El-Udeyd Hava Üssü’nün bulunduğu Katar topraklarıydı. Bu durum, Amerika’nın Katar’a yönelik güvenlik garantilerinin sorgulanmasına da neden oldu.
Bazı Arap analistler, Washington’un Hamas liderlerini müzakere için Doha’ya çekerek, İsrail’e saldırı için uygun bir fırsat sunduğunu iddia ediyorlar. Bu iddialar, ABD’nin ya bilerek İsrail’in saldırısını kolaylaştırdığı ya da İsrail’in bölgedeki istihbarat kaynaklarına erişim sağladığı yönünde ciddi şüpheler doğurmuş durumda. Bu olay, bir kez daha İsrail’in yalnızca kendi çıkarlarını gözeten bir güç politikası yürüttüğünü ve ABD’nin bu politikaya örtülü bir destek sağladığını gözler önüne sermiştir.
Arap dünyasındaki bölünmeler: Katar’a yönelik sessizlik!..
Aslında, İsrail’in Katar’a yaptığı saldırı, Arap ülkelerinin bir araya gelerek ortak bir tepki vermesi için bir fırsat yaratabilirdi. Ancak bu saldırı, Arap dünyasındaki bölünmelerin ne denli derin olduğunu da hepimize gösterdi. Katar’ın geçmişte birçok Arap ülkesiyle yaşadığı diplomatik krizler, bu ülkelerin Katar’a destek vermekten çekinmesine neden oldu. Özellikle 2017-2021 yılları arasında Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Mısır gibi ülkeler, Katar ile diplomatik ilişkilerini tamamen koparmıştı. Bu kriz, Katar’ın Müslüman Kardeşler gibi hareketlere verdiği destekle daha da derinleşmişti.
Arap dünyasındaki bu bölünme, İsrail’in saldırgan politikalarını daha da kolaylaştırmaktadır. Zira bölgedeki birçok lider, eğitimlerini Batı ülkelerinde almış ve İsrail’e karşı ortak bir duruş sergilemekten uzaklaşmıştır. Örneğin; Ürdün Veliaht Prensi Oxford’da eğitim almışken, Bahreyn’in Veliaht Prensi Amerikan üniversitesinden mezun olmuştur. Bu tür bağlantılar, Arap liderlerinin Batı’ya olan bağlılıklarını artırırken, İsrail’e karşı ortak bir direniş göstermelerini zorlaştırmaktadır.
Bu arada Bahreyn, ABD'nin 5. Filosunun ana üssüne ev sahipliği yapmakta olduğunu unutmamak gerekir.
Gölgenin içinden doğan umut: Bölgesel ittifaklar ve Pakistan faktörü...
Arap dünyasının İsrail karşısındaki zayıflığı, bölgedeki diğer ülkelerin daha güçlü müttefikler arayışını hızlandırmaktadır. Bu bağlamda, Pakistan ve Rusya gibi ülkeler, İsrail’in saldırgan politikalarına karşı bir denge unsuru olarak öne çıkmaktadır. Örneğin; Pakistan’ın sahip olduğu nükleer silahlar, İsrail’in güç siyasetine karşı önemli bir caydırıcı faktör olarak değerlendirilmektedir. 17 Eylül 2025 tarihinde Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman arasında imzalanan “Stratejik Karşılıklı Savunma Anlaşması” da bu bağlamda büyük önem taşımaktadır. Bu anlaşma, iki ülkenin kolektif savunma mekanizmasını güçlendirmeyi ve İsrail’in saldırgan politikalarına karşı ortak bir duruş sergilemeyi hedeflemektedir.
Ortadoğu’nun bu karmaşık jeopolitik oyununda, bölge ülkelerinin artık daha güçlü bir dayanışma sergilemesi gerekiyor. Bugün İsrail’in saldırgan politikalarına karşı yalnızca diplomatik kınamalarla cevap vermek yeterli değil. Bu bölgede adaletin ve barışın sağlanabilmesi için, Arap dünyasının tarihsel bağlarını yeniden hatırlaması ve ortak bir ses oluşturması şart.
Türkiye ve Rusya: Ortadoğu’nun yeni köprüleri…
Bu noktada Türkiye ve Rusya’nın bölgedeki rolü de oldukça kritik bir önem taşıyor. Türkiye’nin, İsrail’in saldırgan politikalarına karşı Filistin halkının yanında durması ve bölgede barışın sağlanması adına attığı diplomatik adımlar, bölgedeki diğer Müslüman ülkeler için bir örnek teşkil ediyor. Öte yandan Rusya’nın, İsrail’in saldırılarını kınayarak Arap dünyasına daha yakın bir duruş sergilemesi, bölgedeki dengeleri etkileyebilir. Türkiye ve Rusya, bu coğrafyada yalnızca birer güç merkezi değil, aynı zamanda barışın anahtarı olabilir.
Rusya, Ortadoğu’da İsrail’e karşı alternatif silah sistemleri sunarak bölgedeki dengeleri değiştirmeye çalışmaktadır. Özellikle Cezayir gibi ülkelerin Rus ve Çin yapımı savunma sistemlerini tercih etmesi, İsrail’in bölgede daha temkinli davranmasına neden olmaktadır. İsrail’in Cezayir gibi Rusya’ya yakın ülkelerde askeri operasyonlar düzenlemekten kaçınması, bu tür savunma sistemlerinin caydırıcılığını da açıkça göstermektedir.
Sonuç olarak, Ortadoğu’da yaşanan bu kaos, yalnızca bölge ülkelerinin değil, tüm dünyanın dikkatle takip etmesi gereken bir mesele. Bugün İsrail’in saldırgan politikaları ve Arap dünyasının bölünmüşlüğü, bir kez daha uluslararası toplumun vicdanını sorgulatan bir tabloyu ortaya koyuyor. Ancak unutmamak gerekir ki, Ortadoğu’nun geleceği, bölge halklarının kendi aralarındaki dayanışma ve birliktelik çabalarına bağlıdır. Çünkü bu coğrafyada, adaletin ve barışın hüküm sürdüğü bir gelecek, yalnızca halkların kendi elleriyle inşa edilebilir.
.
Hasan Enes Karahan, dikGAZETE.com