
Anadolu’nun helal ruhu, modern çağın haram hırsı
Moskova
Para… Şu avuç içini dolduran, cebin dibinde sürünen, ama akılların tepesine taht kuran şey... Kâğıt mı? Madeni metal mi? Yoksa insanoğlunun hayallerine biçtiği bir değer mi? Para, aslında bir şey değil. Ama gel-gör ki “insanımız” onu “her şey” yaptı… Bilen bilir, para mevzusu açıldığında işin ucunda ya “özeleştiri” vardır ya da “milli” bir iç çekiş. Biz, parayı bazen bir kurtarıcı gibi bağrımıza basmış, bazen de onu bir zindanın anahtarı gibi yerlere çalmışızdır. Ama en iyi yaptığımız şey nedir, biliyor musunuz? Parayı “haramlaştırmak!” Evet, bu konuda açık ara rekora koşan bir milletiz. Millet olarak, parayı “haramlaştırmak”ta üzerimize yok!
İnsanımız, parayla olan ilişkisini her zaman bir dramla süslemeyi başarmıştır. Parayı bazen bir kurtarıcı olarak görmüşüzdür, bazen de bir düşman... Ama ne olursa olsun, ona verdiğimiz kıymet, koca bir milletin alın teriyle yoğrulan hikâyesine gölge düşürmüşçesine öylece bir köşede durup kalmıştır. Oysa, bizim hikâyemiz, helallikle başlayan, bereketle büyüyen, paylaşmayla zenginleşen bir hikâye değil miydi?
Ne oldu da bu kadar değiştik?
Ne oldu da paranın peşinde koşarken, dostlarımızı geride, vicdanımızı masada, kardeşliğimizi sokakta unuttuk?
Anadolu’nun tarlasında alın teriyle ekilen mahsul, “imece” usulüyle bölüşülen ekmek, kazancın bereketi için edilen dualar bizim kadim geleneğimiz değil miydi?
Ne oldu da bu kadar değiştik?
Ne oldu da modern çağın hırsları, bu helal ruhu gölgelemeye başladı? Ama gel gör ki, bugün geldiğimiz noktada modern çağın hızla değişen değerleri, bu “kadim bilgelik” üzerinde kara bir gölge gibi dolaşmaya başladı…
Düşünün!..
Bir grup insan, bir masanın etrafında toplanmış, ortak bir ticari girişim için istişare ediyor. Herkesin amacı helalinden kazanmak; alın teriyle, hakkıyla bir şeyler üretmek, kazanılan paradan da adil bir paylaşım yapmak… Planlar yapılmış, herkes ne yapacağını biliyor. İşin başında her şey temiz, saf ve güzel. Ama tam o esnada, birileri kafasında haram düşünceler üretmeye başlıyor. “Ya benim payım az olursa?”, “Ya ötekiler benden fazla kazanırsa?”, “Ben baştan şu işi kendime daha fazla yontmalıyım…”
İşte, bu düşünce masaya sinsice yayılır. Kendi hakkını koruma bahanesiyle, aslında başta “helal” olan kazanç, birdenbire haramlaştırılır. Şüphe, güvensizlik ve küçük hesaplar, herkesin niyetini bozar. Başta helal kazanılacak olan o para, artık bir kriz haline gelir. Kimse birbirine güvenmez, iş dağılır, kazanç diye oturulan masa kayıplarla son bulur. Ve sonunda ne helal kazanılır ne de haram. Sadece zaman, emek ve insanlık kaybedilir.
Bu örnek, parayı nasıl haramlaştırdığımızın en çarpıcı göstergelerinden biridir. Para, aslında o masada nötrdür. Ne iyi ne kötü ne kutsal ne de lanetlidir. Ama insanlar, kendi zihinlerindeki şüpheler ve hırslarla onu haramlaştırır. Oysa para, doğru ellerde bir bereket kaynağına dönüşebilir; ama yanlış niyetlerle sadece bir felaket olur. Bu da aslında bizim parayla olan ilişkimizi daha fazla sorgulamamız gerektiğini gösteren bir gerçektir.
Para artık bir araç değil, bir amaç haline gelmiş durumda. İnsanlar, onu kazanabilmek için ruhlarını satıyor, dostluklarını harcıyor, ahlaklarını unutuyor. Modern çağın hızı, bireysel hırsları ve her şeyin maddi bir değerle ölçülmesi, parayı helal bir araç olarak görmemize -ne yazık ki- engel oluyor. Hızla tüketen, hızla kazanan ama hiçbir şeyi paylaşmayan bir toplum yapısı, Anadolu’nun “kadim helal” ruhunu gölgelemiş durumda.
İşte bu haram hırs, bizi insanlığımızdan koparıyor. Ve biz de bu çürümeyi görmemize rağmen, sanki “inadına”, parayı haramlaştırmaya çalışıyoruz. Bir yandan “para insanı bozar” diyoruz; diğer yandan ise, o şeyin peşinden koşarken nefesimizi tüketiyoruz, helalinden kazanacağımız anda durumu haramlaştırarak, -sözde- çok kazanmayı amaçlıyoruz... Bu ironi, tam da bizim milletimize yakışır türden...
Özetle; hem parayı seviyoruz hem de ondan nefret ediyoruz! Oysa mesele şu ki; para ne sevilecek ne de nefret edilecek bir şeydir. O, yalnızca bir araç, bir nesne... Onu anlamlandıran, ona ruh veren ise bizlerin ta kendisi!
Parayı haramlaştırarak, aslında kendi ahlaki çelişkilerimizi örtbas etmeye çalışıyoruz. Bir düşünün, para aslında nedir?
Bir annenin çocuğuna ilaç almasını sağlayan bir kuruş, bir babanın eve ekmek götürmesini mümkün kılan bir madeni pul… Bu durumda ‘kutsal’ değil midir? Ama bir başkasının hakkını yiyerek kazanılmış bir para, bir çocuğun hakkını gasp eden bir servet… Bu durumda da haram değil midir? Yani paranın helalliği ya da haramlığı, onun kendisinde değil, bizim onunla kurduğumuz ilişkide gizlidir. Ama biz, bu ilişkiyi sorgulamak yerine parayı “başta” doğrudan haramlaştırmayı seçiyoruz. Bu da aslında meselenin özünü kaçırmamıza neden oluyor.
Peki, neden parayı bu kadar haramlaştırıyoruz? Çünkü korkuyoruz. Onun peşinden koşarken insanlığımızı (!) kaybetmekten korkuyoruz.
Kadim tarihimiz, paranın doğru ellerde nasıl kutsal bir güce dönüştüğünü bizlere defalarca göstermiştir. Kurtuluş Savaşı yıllarında, Anadolu insanı, cebindeki son kuruşu orduya bağışlamaktan geri durmamıştır. Helal kazancın bereketi, bir milletin özgürlüğüne vesile olmuştur. Anadolu’nun “helal ruhu”, parayı paylaşarak büyütmeyi, bireysel hırsların ötesinde bir ortak değer yaratmayı bizlere öğretmiştir. Ama bugün, bu bilgelikten uzaklaşmış durumdayız. Modern çağın hızlı kazanç hırsı, bu ruhu unutturuyor ve adeta bizi yozlaştırıyor…
Dostlarım! Anadolu’nun helal ruhunu hatırlamanın zamanı sizce de gelmedi mi? Parayı haramlaştırmak yerine, onunla sağlıklı bir ilişki kurmayı öğrenmek, geçmişimizin değerlerini modern çağın yozlaşmış hırslarına karşı korumak demektir. Helal kazanç, sadece bireysel bir hedef değil, toplumsal bir refah için de bir gerekliliktir. Modern çağın haramlaştırıcı hırslarına karşı, Anadolu’nun helal ruhunu yaşatmak bizim elimizde. Ancak bunu başarmak için, insanımızın parayla olan ilişkisine yeni bir anlam kazandırmasının zamanı -bence- çoktan geldi de geçiyor…
Sonuç olarak; parayı haramlaştırmakta üzerimize yok; ama onu doğru bir şekilde anlamlandırmakta eksiklerimiz var. Para, asla bir amaç olmamalı; o, insanlığa hizmet eden bir araç olarak görülmelidir. Onun peşinden koşarken, değerlerimizi ve insanlığımızı kaybetmemeliyiz. Çünkü para, ancak ahlakın gölgesinde büyüyüp bereketlenebilir. Ve ancak o zaman, alın teriyle kazanılan bir kuruş, bir milletin geleceğini inşa eden kutsal bir tuğla haline dönüşebilir.
Ama işte mesele şu ki; paraya bakarken, aynada kendimizi görüp, korkmamayı öğrenmemiz gerekiyor. Çünkü o aynada gördüğümüz şey, aslında paranın değil bizim hikâyemizdir. Ve belki de yapmamız gereken, paranın peşinden koşmayı bırakıp, insan olmanın özüne dönmektir. Çünkü unutmamalı: Paranın değeri, onu harcayan insanın değerinden büyük olamaz.
Dostlarım, Anadolu’nun helal ruhunu modern çağın haram hırsından korumak gerek. Çünkü para, ne kadar büyük olursa olsun, bir vicdanı satın alamaz. Ama bir vicdan, helal kazancın bereketiyle bu dünyayı kurtarabilir.
Zira, helalinden elde etmek ve insanlığımızı korumak, Anadolu’nun bize bıraktığı en büyük mirastır.
.
Hasan Enes Karahan, dikGAZETE.com