USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Doğu’nun şiirine açılan kapı: Annemarie Schimmel

Doğu’nun şiirine açılan kapı: Annemarie Schimmel
11-11-2025

DOĞU’NUN ŞİİRİNE AÇILAN KAPI: ANNEMARİE SCHİMMEL

Bir yolcu düşünün; Almanya’nın soğuk taş sokaklarından çıkıp Şiraz’ın gül bahçelerine, Lahor’un şiirli gecelerine, Konya’nın semâsına yürüyen bir kadın. Adı Annemarie Schimmel. Doğu’nun kalbine Batı’nın aklıyla değil, kalbiyle ulaşan bir bilge oryantalist. Onun hayatı, bir akademik kariyerden çok, manevi bir ruh yolculuğuydu.

1922’de Almanya’nın Erfurt kentinde doğdu. Çocukluğunu kitapların arasında geçirdi, genç yaşta Arapça ve Farsça öğrendi. Henüz 19 yaşında Berlin Üniversitesi’nde doktora yaptı, 23 yaşında profesör oldu. Bu erken başarılar, onun disiplinli yapısını gösterse de Schimmel’in asıl gücü, kalbinin yöneldiği yerdeydi: Doğu’nun şiirinde, tasavvufun derinliklerinde.

1950’lerde Türkiye’ye geldi. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde ders verdi, dinler tarihi kürsüsünü kurdu. Türkiye’deki öğrencilerine sadece bilgi değil, Doğu’nun ruhunu da aktardı. Onun derslerinde tarih, kuru bir kronoloji değil, adeta manevi bir yolculuktu. Öğrencileri için bir akademisyen değil, bir gönül rehberi oldu.

1967’de Pakistan’a gitti. Lahor’da yaşadı, Urduca öğrendi, Muhammed İkbal’in şiirlerini çevirdi. İkbal’in dizelerinde bulduğu derinlik, Schimmel’in kendi ruhuyla birleşti. Pakistan halkı, onu bir yabancı değil, bir dost olarak gördü. 1985’te Pakistan hükümeti ona Hilal-i İmtiyaz nişanı verdi. Bu ödül, onun sadece bir akademisyen değil, Doğu ile Batı arasında manevi bir köprü olduğunu gösteriyordu.

Harvard Üniversitesi’nde profesör olduğunda Batı dünyasına tasavvufu tanıttı. Mystical Dimensions of Islam adlı kitabı, bu alandaki en önemli kaynaklardan biri haline geldi. Kitabında Mevlânâ’nın aşkını, Hâfız’ın şiirsel anlatımını, Hallâc’ın vecdini, İbnü’l-Fârız’ın kasidelerini ve Attâr’ın kuşların yolculuğunu ele aldı. Bu şairler, onun için sadece araştırma konusu değil, aynı zamanda manevi yolculuğunda ona eşlik eden dostlarıydı.

Almanca anekdot ve şiir çevirileri…

Schimmel’in öğrencilerine sıkça söylediği bir söz vardı:

Die Rose spricht alle Sprachen der Liebe.”

Gül, aşkın bütün dillerini konuşur.

Bu söz, onun tasavvufa ve Doğu’nun şiirsel diline duyduğu derin sevginin özeti gibidir. Gül, onun için yalnızca bir çiçek değil, aşkın ve ilahi güzelliğin evrensel sembolüydü. Şarap, aşkın sarhoşluğunu; kervan, ruhun yolculuğunu; ayna ise insanın kendini tanımasını simgeliyordu. Bu imgeler, yazılarında sessiz ama güçlü bir biçimde hakikatin tercümanı olarak sıkça yer buluyordu.

Schimmel’in tasavvuf hayatı, sadece akademik bir inceleme değil, bir içsel katılımdı. O, tasavvufu bir düşünce sistemi olarak değil, bir kalbin dili olarak gördü. Tasavvuf, insanın içsel hakikate ulaşma çabasını aşkın diliyle anlatan bir yoldur. Bu yolun dört büyük sesi, bize aşkın, yokluğun, ezelî sarhoşluğun ve bitmeyen arayışın sırlarını fısıldar:

Mevlânâ’nınGel, gel çünkü sen canımın canısın” çağrısı, yalnızca bir davet değil, evrensel bir aşkın yankısıdır. Bu söz, insanın ilahi olanla yeniden buluşma arzusunu dile getirir. Schimmel’in de belirttiği gibi; bu çağrı, aşkın sınır tanımayan dilidir; her varlığı içine alan, ayrılığı sona erdiren bir çağlayandır.

• Hallâc-ı Mansûr’unEnel-Hak” nidası, aşkın ateşiyle yanan ruhun Hak’ta erimesini, benliğin ilahi varlıkta fâni oluşunu dile getirir. Kul, Hak’ta fânî olduktan sonra ebedî bir varoluşa ulaşır. Ama bu ebedîlik, kişisel benliğin değil, ilahi varlığın ebedîliğidir.

İbnü’l-Fârız’ınSevgilinin adıyla bir şarap içtik, bağ yaratılmadan önce onunla sarhoş olduk” beyiti, aşkın zamanın ötesinde bir hakikat olduğunu anlatır. Burada “şarap”, ilahi aşkın mecazıdır; sarhoşluk ise bu aşkın insanı kendinden geçiren kudretidir. “Bağ yaratılmadan önce” ifadesi, aşkın ezelîliğini, varoluştan önceki bir hakikati işaret eder.

• Ferîdüddîn Attâr’ınBu yol kanla ve tehlikeyle doludur, sonu yoktur” dizeleri ise tasavvufun yolculuk boyutunu vurgular. Bu yol ne kolay ne de kısa bir yoldur. Ruhun kemale erme süreci, fedakârlık, sabır ve cesaret gerektirir. “Sonu yoktur” sözü, hakikatin bir varış değil, sürekli bir arayış olduğunu hatırlatır.

Bu dört ses, Schimmel’in kalbinde yankılanan dört temel hakikati dile getirir: Aşkın çağrısı, benliğin yokluğu, ezelî sarhoşluk ve sonsuz yolculuk. Her biri, insanın içsel dönüşümünde bir kapı aralar; her biri, hakikate giden yolda bir menzildir.

Tasavvuf onun için bir akademisyenin mesafeli gözlemi değil, bir âşığın katılımıydı. Sadece anlatmakla yetinmedi, onu yaşadı. Doğu’nun şiirlerinde huzur buldu, semâda aşkın evrenselliğini hissetti, güllerin kokusunda mecazların derinliğine ulaştı. Tasavvuf, onun nazarında kitapların arasında değil, kalbin içinde yaşayan bir hakikatti. 

2003 yılında vefat ettiğinde, mezar taşına şu söz yazıldı:

Die Menschen schlafen, und wenn sie sterben, erwachen sie.”

İnsanlar uykudadır, ancak öldüklerinde uyanırlar.”

Bu söz, onun ölüm anlayışını değil, hayat felsefesini yansıtır. Mezarı annesinin yanındadır. Taşında hem Almanca hem Farsça yazı bulunur. Bu, onun Doğu’ya duyduğu sevginin ve teslimiyetin bir nişanesidir.

Schimmel’in hayatı, bir akademik başarılar dizisi değil; ilahi aşkın, yani ruhun maneviyat yolculuğuydu. Sessizce geldi, derin izler bıraktı, yine sessizce gitti. “Benim yolum, gülün kokusunu takip etmekti. O koku, ilahi olanın iziydi.” Annemarie Schimmel’in mezar kitâbesi, aslında onun tüm hayatının özeti gibidir; “İnsanlar uykudadır, öldüklerinde uyanırlar”. O ise belki de çoktan uyanmıştı.

.

Hülya Ayhan, dikGAZETE.com

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?