Suriye Devletinin yeniden inşa süreci ve Türkiye
Osmanlı İmparatorluğunu parçalayan; başlangıçta gizli bir anlaşma olan 1916 Sykes-Picot ile Levant Bölgesinde (Suriye, Lübnan) Fransız Askeri Yönetimi kuruldu. General Henri Gouraud, Fransız hükûmetinin Orta Doğu'daki temsilcisi ve Suriye merkezli Fransız Levant Ordusunun komutanı olarak atandı.
Fransa, Suriye toplumunun doğal yapısı/ sosyolojisine aykırı olarak; ülkeyi mezhepsel parçalara ayırarak kontrolü elinde tutmaya çalıştı. Merkezden uzak, kırsal ve sahil kesiminde yaşayan Nusayri azınlığın ordu ve sosyalist partilere yoğun katılımı neticesinde; Baas Partisi darbe ile yönetimi ele geçirdi.
Beşar Esed’in babası Hafız Esed; 1970 yılında parti içi darbe ile tamamen devlet yönetimini ele geçirdi. Hassas mevkilere kendi yakın akraba ve adamlarını yerleştiren Hafız Esed, önde gelen Sünni ailelere de fiili bir güç olmaksızın idari makam vererek; merkezi bir otoriter güvenlik devleti tesis etti. Ordu ve istihbaratta mezhepsel bir yapıya sahip olan ve fiili olarak yönetici konumunda olan otorite ile görüntüden ibaret herkesi kapsayan bir idari sistem oluşturuldu.
Dolayısı ile Suriye’de mezhepsel çatışmanın temeli atılmış oldu. Suriye Devleti, milli görünümlü mezhepçi bir rejime dönüştürüldü.
“Rejimin 'azınlıkları koruduğu’ iddiası” dikkatlice hazırlanmış bir yalandı. Gerçekte, korku, bölünme ve kontrol yoluyla yönetti. Toplulukları birbirine düşürdü ve etnik/mezhepsel yakınlaşmayı engelledi.
Suriye’de modern ulus devlet, vatandaşının dini kimliklerini sömüren bir yapıya dönüşmüştü. Toplumdaki farklılıklar faydalanılmak yerine çatışmanın sürdürülmesi için kullanıldı.
Suriye’de devlet tamamen Esed ailesinin hizmetine sunulmuş; halkın çıkarı ise bir kenara bırakılmıştı.
Ahmet Şara liderliğindeki yeni yönetim; yıkılmış, tahrip edilmiş ve yoksullaştırılmış bir halkı/ enkazı devraldı. Mezhepsel ayrışmaların keskin fay hatları ile oluşturulduğu; yapay bir devlet. Mikro bazda laboratuvar ortamında; adeta fanusa sokulan Suriye.
Esed rejiminin yıkılmasıyla; etnik unsurlara yeni özgürlükleri gösterme fırsatı sunuldu. Esed rejimi döneminde beşten fazla kişinin bir araya gelmesi imkansızdı.
Suriye'de yaşayan Çerkezler, Esed rejimi döneminde; devletin müttefiki Rusya’yı kınayan açıklama yapamazken, yeni dönemde ilk defa açıktan 21 Mayıs 1864'te Ruslar tarafından işlenen Çerkez Soykırımını andı.
Mezhepsel ve etnik kırılmanın onarılması için mevcut idare ve onun gönül dostu Türkiye’ye büyük iş düşüyor.
Toplumdaki kırılmanın önüne geçilmesi için elzem olan yakınlaşmanın tesisi ve beraber yaşama kodlarının yeniden yazılması için hazırlık çoktan başladı.
Suriye'nin kültürel ve dini çeşitliliğinin korunması; ülke geleceğinin garantisi olarak görülüyor. Suriye'deki çeşitliliği bir tehdit değil, bir zenginlik kaynağı olarak gören ve bir ulusun dışlama ya da bir partinin zaferi üzerine değil, açıklık, adalet ve karşılıklı tanıma temelinde tüm kesimlerin yazdığı kapsamlı bir hikâye inşa edilmeli.
Türkiye, Suriye için komşudan öte sığınabilecek doğal bir dost; gönül kardeşi. Türkiye, Suriye’nin geleceğini dosdoğru istikamet üzere olması için alan açıyor.
Milli İstihbarat Teşkilâtı Başkanı İbrahim Kalın’ın Suriye ziyareti ve sahada olması; Türkiye’nin verdiği önemi gösteriyor. Elbette bu sıradan bir ziyaret değil. İbrahim Kalın ile Ahmet Şara’nın fotoğrafının basına verilmesinin arka planında derin bir gönderme var.
MİT Başkanı İbrahim Kalın, Suriye Lideri Ahmet Şara ile görüşmesinde; Suriye Güvenlik Mimarisinin çizimi için ortak çalışma başlattı. Üçlü sacayağının bir diğer unsuru da Dışişleri Bakanı Hakan Fidan.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Suriye Devlet Başkanı Ahmet Şara’nın İstanbul görüşmesi, sürecin aksamadan devam ettiğini gösteriyor.
Türkiye, iç ve dış baskılara rağmen, Suriye İç Savaşında; Küresel Güçlerin görmezden geldiği Suriye Muhalefeti ve halkının yanında oldu.
Ulusal ve teknik temellere dayanan güvenlik kurumu; devletin inşa sürecinin ilk basamağını oluşturuyor.
Esed rejimi, siyasal sistemi çökerttiği için; toplumda farklı siyasal yapılanmalar teşvik edilmelidir. Eşit vatandaşlık temelinde Suriye Ulusal Kimliği inşa edilmelidir. Siyasi, sosyal ve kültürel çeşitlilik gözetilerek; yönetime adil bir katılım sağlanmalıdır.
Suriye sahnesinde yeni bir perde açıldı. Suriye, Ortadoğu denkleminde tekrar yer alıyor. Suriye’nin içerisi ve dışarısında harita tekrar şekilleniyor.
Suriye’nin jeopolitiği; Türkiye’ye çok benziyor. Suriye; Avrupa ve Asya’nın karadan Afrika’ya bağlandığı güzergâh üzerinde yer alıyor. Aynı zamanda Asya ve Ortadoğu’nun Akdeniz’e ulaşmasını sağlayan limanlara sahip.
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio geçtiğimiz günlerde Suriye Hükümetine bir uyarıda bulunarak; “Açıkçası, Suriye'de geçiş yönetiminin, karşı karşıya olduğu zorluklar göz önüne alındığında; potansiyel bir çöküşe ve muazzam boyutlarda topyekün bir iç savaşa, yani ülkenin bölünmesine birkaç ay değil, belki birkaç hafta uzakta olduğunu değerlendiriyoruz" dedi.
ABD, Suriye’yi dostça uyarıyor mu yoksa tehdit mi ediyor; bilinmez. Ama şu bir gerçek ki yarı resmi ABD Strateji Merkezlerinde; Ortadoğu ülkelerinin birçoğu için parçalama ve bölme simülasyonları çoktan yapıldı. Dosyalar rafta bekletiliyor.
Suriye için vakit daralıyor.
Hem Türkiye hem de Suriye Yönetimi elini hızlandırdı. Türkiye, Suriye’deki belirsizliğe müdahale ederek, bölgesel ve küresel aktörlerin kapıyı aralamasını engellemeye çalışıyor.
Suriye hükümeti; terör ve dış tehditlere karşı proaktif bir strateji geliştirmek zorunda. Toplumun devlete karşı güven kaybı önlenmelidir.
Suriye’nin Güvenlik Mimarisi; tarih ve coğrafyadan besleniyor. Suriye’de madem ki devlet yeniden teşekkül ediyor; tüm Suriyelilerin çıkarlarını dikkate alan, devleti otoriteden ayıran, güvenlik gereksinimleri ile özgürlük ve adalet gereklilikleri arasında dengeyi gözeten kapsamlı bir vizyon üzerine inşa edilmelidir.
Karanlık geçmiş elbette unutulmamalı ama geride bırakılmalı. İstikrar ve adil bir sistem için; Suriye içinde ve dışında buluşmayı, dinlemeyi, uzlaşmayı ve açık sözlülüğü teşvik eden toplumsal girişimler desteklenmelidir. Ortak Suriye İnşası; ülkeyi bölünmenin pençesinden kurtaracaktır.
“Sultanu'ş Şuara” unvanına sahip olan şair, yazar ve mütefekkir Necip Fazıl Kısakürek’in doğumunun 120. Yılı/26 Mayıs 1904 vesilesiyle; rahmetle yad ediyorum.
Necip Fazıl, bir bayrak, bir ‘İdeolocya Örgüsü’nün muallimi... İnsanları Hakk'a, imana, İslâm'a davet eden bir aksiyon insanı.
“Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..”
Ayağa kalk, SURİYE!..
.
Mehmet Yıldırım, dikGAZETE.com