EY ÖZGÜRLÜK!
ZÜRİH, İsviçre
“Bir de kuşlar var hakim bey! / Her şeyin başı onlar! / Onlar özgürlüğü koyuyor, insanların kafasına…” (Ahmet Arif)Onlu yaşlarımın başında, henüz ortaokul öğrencisiyken yaz tatillerindeki en önemli sorumluluğum; evdeki, getirisi ile götürüsü arasında asimetrik ilişki olan verimsiz ineğimizi otlatmaya götürmekti. Uzun yaz gündüzlerinin sabahından akşamına süren görevim, çocuk ruhumun sınırsız hayallerine imkandı aynı zamanda. Zengin muhayyilem yanında küçük eğlencelerim de vardı kendimce. Günü, ineğin ve benim özgürlük zamanım, diye planlıyordum. Öğlene kadar özgürce otlamak ineğin hakkıydı. Güneş tepeye gelip, sıcaklık tahammül edilemez olduğunda, yakındaki DSİ kanalına gitmek, benim özgürlüğümdü. İşte o noktada, ineğin yularını uzunca tutup bir ağaca bağlardım ki, komşu bahçelere gitmesin. Benim için başlayan özgürlük, sarı kız için kısıtlanmaktı.
Eğer günlük sorumluluğumu devredecek bir imkân yaratmış, sokağa cebimde 3-5 gıcır misketle çıkabilmişsem işte o gün benim en özgür günümdü. İnanılmaz bir mutluluk duyardım. İçim içime sığmaz, akşam olsun istemezdim.
Tam da o yıllarda “özgürlük-mutluluk” denklemini çözdüğümü düşünürüm hep. Özgürlüğün, ekmek kadar önemli olduğunu o yıllarda keşfetmiş olmak, yine yaşıtlarıma kıyasla görece erken sayılabilecek bir yaşta Hz Ali’nin “Allah seni özgür yaratmışken başkasının kölesi olma!” sözü ile karşılaştırdı beni.
Hayatı oradan yaşamak, dünyaya oradan bakmak, ruhsal esarete karşı da zırhlanmak olmalı; tabii ki başarabilenler için.
Sosyoloji pratiğinde özgürlük, kitlelerden ziyade aydınların talebi olarak gelişir. Hele konservatif toplumlarda daha yaygın bir hâldir bu. Orada kahir ekseriyet, özgürlüğü “yoldan çıkmak” sayar. Aksine yoldan çıkmak değil de “dilediğin yoldan gitmek” diye anlatmak için o toplumun aydınları ömür tüketirler.
“Esaret insan şahsiyetinin istemsiz örselenmesi ise özgürlük de insan haysiyetinin olmazsa olmaz şekillendiricisidir”, desek abartmış olmayız. Baskıcı ortam ve zihin her türlü kötülük üretir. Otoriter bir aile reisinin çocukları ne kadar kendileri kalabilirler ki? Otoritenin gazabından korunmak için; yalan, takiye, iftira kaçış seçenekleri değil midir yetişme çağındaki masum çocuk için?
Gelişmiş toplumlardaki bireylerin dürüstlükleri, asr-ı saadet dönemiymiş gibi hep hayranlıkla anlatılır bizde. Peki hiç kafa yorduk mu; bu “Allah’ın gavuru” neden doğruluktan hiç şaşmıyor? Yalan söylememeyi nasıl başarıyorlar?
Çünkü onlarda ağzından çıkanın kanun sayıldığı, anne-babalar, öğretmenler, amirler, komutanlar, patronlar ve devlet buyurganlığı yok. Ceza ancak kural ihlali olduğunda ortaya çıkar. Kurallar kişiye, zümreye özel olmaz. Ceza, özgürlük kısıtlayıcı işlev görmez, bilakis özgür ortamın bir gereğidir bazen.
“Her imtiyaz toplumsal özgürlüğe bir saldırıdır” der Fransız filozof Denis Diderot. Bir de buradan bakalım parçası olduğumuz bütüne! Hukuk güvencesi olmayan toplumlarda özgürlük “Ey Özgürlük” diye kuşların kanadına nispet edilmiş bir Livaneli şarkısıdır sadece. Hukuk, imtiyazlıyı gözetirse, orada özgür birey de toplum da olmaz. Özgürlük olmayınca, şahsiyet beklemek ise beyhudedir!
“Tarlalara ve ufka
Kuşların kanadına
Gölgede değirmene yazarım
Yıkılmış evlerime
Sönmüş fenerlerime
Derdimin duvarına
Arzu duymaz yokluğa
Çırçıplak yalnızlığa
Yazarım adını
Geri gelen sağlığa
Geçen her tehlikeye
Yazarım ben adını, yazarım
Bir sözün coşkusuyla
Dönüyorum hayata
Senin için doğmuşum haykırmaya
Ey özgürlük
Ey özgürlük”
Sözü, 27 yıl hapis hayatının ardından ülkesinin Cumhurbaşkanı olmuş Nelson Mandela’ya bırakalım:
“Özgürlük için gökyüzünü satın almanıza gerek yok, ruhunuzu satmayın yeter!”
LANET BİR KISIR DÖNGÜ
Furkan Bölükbaşı diye bir serseri var, Erdoğan’a “Menderes hatırlatması” yapmaktan tutuklanmış. Oysa “Erdoğan için ölürüm öldürürüm” diyordu.
Tutuklanmasına üzülmedim.
Çünkü Fatih Altaylı tutuklandığında “ohh olsun” demişti. Fatih Altaylı da 5 ayı aşkındır tutuklu.
Altaylı’nın tutuklanmasına da üzülmedim.
Çünkü “Fetullahçı gazeteciler” tutuklandığında hiç ses etmemişti.
Fetullahçı gazeteciler tutuklandı; 10 yılı aşkındır içeride olanlar var.
Fetullahçı gazetecilere de üzülmedim.
Çünkü onlar da kendilerinden olmayanlara karşı çok acımasızdılar. Mesela Ergenekoncular tutuklandıklarında düğün-bayram karşılamışlardı.
Ergenokonculara da üzülmedim o zamanlar.
Çünkü Ergenekoncular da dindarlara karşı hiç merhamet etmediler.
Üzülmek ya da sevinmek tabii ki kişiye özel. Konu bu değil. Önemli olan hukuksuzluklara -kime olduğuna kimden geldiğine bakmadan- karşı çıkmak.
Tabii ki Furkan’ın tutuklanması yanlış; tıpkı Fatih’in tutuklanmasının yanlış olduğu gibi.
Tabii ki KHK’lılara yapılan haksızlıklar gibi.
Tabii ki geçmişte, ergenekonculara ve dindarlara yapılanlar gibi.
Türkiye’nin hukuk-siyaset serencamı 30 yıldır böyle seyretti maalesef.
Lanet olası bir kısır döngü bu!
.
Güven Akıncı, dikGAZETE.com