Argonautlar'ın Kafkasya serüveni: Altın Post
Mitler, insanlık tarihinin en eski anlatı biçimlerinden biridir. Diller, yazılar ve hatta toplumlar değişmiş olsa da mitlerin gücü, nesiller boyunca varlığını sürdürmüştür. Bu olgu, bir toplumun evreni, doğayı, insanı ve tanrıları nasıl algıladığını gösteren simgesel bir dildir. Sadece eski zamanlara ait hayal ürünü hikayeler değil, aynı zamanda bir kültürün bilinçaltı güzergahıdır.
Örneğin; Yunan mitolojisinde Prometheus'un ateşi çalması, yalnızca bir tanrıyı kandırma hikayesi değil, aynı zamanda insan aklının sınırları zorlayarak bilgiye ulaşma arzusunun ifadesidir. Mezopotamya'da Gılgamış Destanı insanın ölümsüzlük arayışını ve yaşamın anlamını sorgulamasını anlatır. Hint mitolojisinde Bhagavad Gita yalnızca bir savaşın arifesinde geçen diyalog değildir; dharma ve ruhsal sorumluluk gibi kavramların insan düzleminde çözümlemesidir.
Her mit, kendi toplumunun evrenle kurduğu ilişkinin bir aynasıdır. İşte bu sebepten dolayı kendimize ait ve kendimizden fışkıran kökleri, bizi yoğuran toprağın derinlerine giden bir noktadan yola çıkarak anlamalıyız.
Sözlü kültürden yazılı kültüre geçişte mitolojik anlatılar, ilk tarihsel bilinç kırıntılarını da içinde taşır. Bu yönüyle sadece edebi ya da dini bir alan değil, aynı zamanda antropoloji, psikoloji ve sosyoloji gibi bilimlerin de başvurduğu zengin bir bilgi kaynağıdır. Carl Jung'un kolektif bilinçdışı teorisi, farklı toplumların benzer mitolojik motifler üretmesinin psikolojik temelini çok güzel açıklar: Ona göre annelik, ölüm, yeniden doğuş, kahramanın yolculuğu gibi arketipler, evrensel insan deneyimlerinin ortak imgeleridir.
Kültürel açıdan mitler, toplumların kimlik inşasında da etkilidir. Japonya'nın Şinto mitolojisi ile kurduğu ulusal aidiyet, kuzey halklarının İskandinav mitleriyle şekillenen dünya görüşü, Orta Asya'da Tengricilik üzerinden gelişen evren tasavvuru bunun en çarpıcı örneklerindendir. Mitler, geçmişle bağ kurmanın yanı sıra geleceğe dair ideallerin ve değerlerin de taşıyıcısıdır.
Modern dünyada bile bunun izleri silinmiş değildir; popüler kültür, edebiyat, sinema ve video oyunları gibi alanlarda mitolojik öğeler tekrar tekrar üretilir. Star Wars serisinde Jedi şövalyeleri ile antik kahramanlar arasında bir paralellik kurmak mümkündür. Marvel evreninde Thor'un ya da Loki'nin varlığı, İskandinav mitolojisinin yeni bir anlatı içinde yeniden doğduğuna işaret eder. Bu yeniden üretim, mitlerin çağlar boyunca esnek ve yeniden biçimlenebilir yapısını gösterir.
Sonuç olarak; dünya efsaneleri yalnızca geçmişin birer kalıntısı değil, bugün hala insanlığın kendini anlamlandırma çabasının bir parçasıdır. Mitolojik düşünce insanın kim olduğunu, nereden geldiğini ve nereye gittiğini sorgulamasına imkan tanıyan kadim bir araçtır ve bu yönüyle mitler hala canlıdır. Çünkü insanın hayal gücü, anlam arayışı sürdükçe mitler de yaşamaya devam eder.
Bugün kendi rüzgarımızı bulmak için bir yolculuğun ilk adımlarını atacağız. Mayamızı yoğuran ana yurdumuza, Kafkasya'nın sınır eşiklerine şöyle bir bakıp seyredecek, ilerleyen bölümlerde ise kartal kanatlarımızla tümüyle derinlerine dalacağız. Yolculuğumuzun ilk durağı, antik dünyanın en büyük maceralarından biri: Altın Post efsanesi.
Argonautlar’ın yolculuğu, antik Yunan mitolojisinin en eski ve kapsamlı maceralarından biridir. Hikayeye göre Teselya'daki Yolkos tahtının varisi olan Yason, amcası Pelias tarafından tahttan uzaklaştırılır. Pelias, tahtı geri alması için ondan imkansız bir şey ister: Kolhis ülkesinde korunan Altın Post'u getirmesini.
Yason bu görevi yerine getirebilmek için dönemin en seçkin kahramanlarından oluşan bir ekip kurar. Bu ekip, Argo adını verdikleri bir gemiyle yola çıkar. Kahramanlar arasında Herakles, Orfeus, Atalanta, Castor ve Pollux gibi mitolojik figürler de yer alır. Yolculukları hem fiziki hem de ruhsal olarak büyük sınavlarla doludur. Yolda çeşitli yaratıklarla, zorluklarla, hatta kendi iç çatışmalarıyla karşılaşırlar. Sonunda Kolhis'e, yani bugünkü Gürcistan'ın Karadeniz kıyılarına ulaşırlar.
Antik Yunanlılar için Kafkasya, sadece haritada bir yer değil, “dünyanın bittiği” noktaydı. Ege'nin sakin sularına alışkın denizciler için Karadeniz (“Pontus Euxinus”) fırtınalı ve tekinsiz, Kafkas dağları ise göğü delen aşılmaz bir duvardı. Onlara göre Kafkasya, medeniyetin sona erip, tanrısal gizemlerin ve vahşi doğanın başladığı eşikti. Bu yüzden Altın Post, sadece maddi bir hazine değil, aynı zamanda bu “bilinmezliğe” yapılan cüretkar bir meydan okumayı temsil ediyordu.
Altın Post, burada Kral Ayetes'in sarayında muhafaza edilmektedir. Ancak kral, postu vermek için Yason'a ölümcül görevler dayatır. Ne var ki Medea adında bir büyücü, aynı zamanda kralın kızı, Yason'a aşık olur ve büyü gücüyle ona yardım eder. Burada Medea figürü, Kafkasya bağlamında çok kritiktir. Yunanlılar ona “büyücü” dese de, Medea aslında Kafkasya'nın zengin bitki örtüsüne ve doğanın diline hakim, şifacılık (pharmakeia) sanatını bilen bilge bir kadını temsil eder. Bölgenin endemik bitki zenginliği ve zehir ile panzehir konusundaki kadim bilgisi, Medea karakterinde vücut bulmuştur.
Görevler başarıyla tamamlanır ancak kral, sözünü tutmaz. Bunun üzerine Yason ve Medea, Altın Post'u alarak Kolhis'ten kaçar. Bu kaçış sırasında Medea, kendi kardeşini öldürerek düşmanları oyalamaya çalışır; bu olay, efsanenin hem kahramanlık hem de trajedi boyutunu şekillendirir.
Yunan mitolojisine göre Altın Post hem zenginliği hem de kutsallığı simgeler. Bazı tarihçiler ve arkeologlar bu hikayenin arka planında gerçek bir uygulama olduğunu öne sürer. Karadeniz kıyısındaki bazı halkların, nehir yataklarından altın toplamak için koyun postu kullandığı bilinmektedir. Ancak Kafkasya'nın zenginliği sadece altın değildir; antik çağın en usta demircileri olan Khalybes (Halibler) gibi topluluklar da bu coğrafyanın hemen yanıbaşında yaşamıştır ve Yunanlılar demiri işlemeyi ve çeliği bu bölge halklarından öğrenmiştir. Dolayısıyla Altın Post, belki de Kafkas halklarının metalurji ve madencilikteki bu üstün teknik bilgisini simgeleyen bir metafor olarak kabul edilebilir.
Altın Post'un saklandığı yer olarak tanımlanan Kolhis bölgesi ise tarih boyunca farklı kültürlerin yaşadığı bir coğrafyadır. Kolhis, bugünkü Gürcistan'ın batısını ve Abhazya'yı kapsar. Bu bölge, Kafkasya'nın batı sınırında yer alır. Antik kaynaklar Kolhis'i genellikle egzotik, zengin ve yabancı bir yer olarak tanımlarken Apollonios burayı bilinmezliğin sınırı olarak betimler.
Kafkasya ise sadece coğrafi değil kültürel olarak da son derece zengin bir bölgedir. Çeçenler, İnguşlar, Abhazlar, Çerkesler, Osetler, Avarlar ve daha birçok etnik grup bu bölgede tarih boyunca yaşamıştır. Bu halkların “kahramanlık” anlayışı, Yunanlılarınkinden farklıdır. Yunan kahramanı çoğu zaman bireysel şöhret peşindeyken, Kafkas kahramanı toplumun onur kodlarına (Adat, Xabze, Yah vb.) sıkı sıkıya bağlıdır.
Bu kodların en net görüldüğü yer ise meşhur Nart destanlarıdır.
Nart destanları Kafkas halklarının ortak kültürel mirasıdır ve Argonaut efsanesiyle şaşırtıcı paralellikler barındırır. En çarpıcı örnek, “zincire vurulan kahraman” motifidir. Yunan mitolojisinde ateşi çaldığı için Kafkas dağlarında (muhtemelen Kazbek Dağı) zincire vurulan Prometheus, Kafkas halklarının hafızasında çok daha canlıdır.
Bu figür; Çerkes mitolojisinde Nasren Jake, Çeçen-İnguş mitolojisinde Pkharmat, Gürcü mitolojisinde Amirani olarak karşımıza çıkar. Özellikle Vaynah (Çeçen-İnguş) anlatısında Pkharmat, tanrı Sela'dan ateşi çalarak insanlara ısınma ve yemek pişirme imkanı verir. Bunun bedelini ise Başlam (Kazbek) Dağı'nın zirvesine zincirlenerek öder; ona her gün bir kartal (veya şahin) işkence eder. Bu yerel anlatıların Yunan mitolojisinden daha eski köklere sahip olması muhtemeldir. Yunanlılar, Karadeniz kolonileri aracılığıyla tanıdıkları bu dağlı halkların efsanelerini kendi evrenlerine “Prometheus” olarak uyarlamış olabilirler.
Aynı zamanda Yunan kaynaklarında Kolhis'te yaşayan halklar arasında Kerketler ve Sindler geçer. Bu halkların günümüz kuzeybatı Kafkasya halklarının, özellikle Çerkeslerin ataları olabileceği bazı tarihçiler tarafından öne sürülmüştür. Bu halkların ismi hem Orfeus'a atfedilen metinlerde hem de Strabon gibi antik coğrafyacılarda geçmektedir.
Bu bağlamda bakıldığında Argonaut efsanesi ile Kafkas mitolojisi arasında bazı dikkat çekici benzerlikler ortaya çıkar. Her iki anlatı da bir grup kahramanın yolculuğunu konu alır. Yunanlılar için Kolhis dünyanın bittiği sınır, Kafkas halkları için ise dağlar hayatın başladığı merkezdir.
Sonuç olarak Altın Post efsanesi yalnızca Yunan mitolojisinin bir parçası değil, aynı zamanda Kafkasya'nın tarihsel, coğrafi ve kültürel zemininde iz bırakan bir anlatıdır. Argo'nun seferi sadece bir mit değil, antik çağın iki büyük medeniyet havzasının –Ege ve Kafkasya'nın– birbirine dokunduğu, bilgi, teknik ve hikaye alışverişinde bulunduğu bir bilinç alanıdır.
.
Abdullah Ali Güzel, dikGAZETE.com