USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Osmanlı Donanma Cemiyeti... Buhârî-i Şerif mi, Buhâr-ı şerif mi?

Osmanlı Donanma Cemiyeti... Buhârî-i Şerif mi, Buhâr-ı şerif mi?
12-09-2022

OSMANLI DONANMA CEMİYETİ

BUHÂRÎ-İ ŞERİF Mİ, BUHÂR-I ŞERİF Mİ?

Geçenlerde Prof. Bahri Ata, Osmanlı Donanma Cemiyeti’yle ilgili bir vidyo gönderdi. Bahri Bey bu vidyoda Donanma Cemiyetinin neler yaptığını, ne fedakârlıklarla iane topladığını anlatmış. O, Donanma Cemiyetinin daha sonra Tayyare Cemiyeti (1925), daha sonra da Türk Hava Kurumuna dönüştüğünü söylüyor.

Vidyoyu dinlerken çok duygulandım ve Afyon Lisesi, 6-Fen’de okurken yazdığım bir kompozisyon aklıma geldi. Son sene kompozisyon dersimize Afyon Maarif Müdürü girmişti. Yazının konusu bir Atasözümüzü açıklamaktı. Uzun bir bocalamadan sonra Damlaya Damlaya Göl Olur Atasözüne karar vermiştim:

Tıp, tıp, tıp,

Bir musluğun altındaki bardak doluyor.

Tıp, tıp, tıp,

Bir çeşmenin altına koyduğumuz testi doluyor.

Verdiğimiz beşer kuruşlarla bir sınıfın tebeşir ihtiyacı karşılanıyor.

Kurban bayramlarında verdiğimiz kurban derileriyle fiyatı milyonları bulan bir uçak satın alınıyor.

Tıp, tıp, tıp,

Yağmur oldu, bir sel oldu, önüne gelen engelleri aşıp gidiyor.”

Altmış yıl sonra bunları hatırlayabildim ve Atasözünün devamı bulunduğunu gördüm. “Birin birin miñ bolur; tama, tama köl bolur” (Birer birer biñ olur; damlaya damlaya göl olur. Kaşgarlı Mahmut, DLT).

Prof. Bahri Ata’nın “Uluslararası Sergiler (Chicago Sergisi)” ve “Osmanlı Sanayi Devrimi” adlı iki vidyosunu da okuyucuya haber vereyim. O, “Osmanlı Donanma Cemiyeti” adlı vidyoda şu mühim bilgilere yer veriyor:

Donanma Cemiyeti 1909 ile 1919 tarihleri arasında faaliyet göstermiş ve bilhassa 1910 ile 1914 arasında büyük yardımlar toplamıştır. Hatta Çanakkale harbinin seyrini değiştiren Nusret mayın gemisi ile onun döşediği mayınları da Cemiyet satın almıştır. 1925’de Meclis kararıyla bütün malları Tayyare Cemiyetine devredilmiştir.

İlk kez Milli Donanma teşkili maksadıyla İzmir’de bir iane cemiyeti kurulmuş, İstanbul’da da Dr. Hafız İbrahim, Dr. İsmail Hakkı, Başmühendis Haşim Bey ve Dr. Petraki Papadopula, 4 kişi, Donanma Cemiyeti kurmayı düşünür ve 19.07.1909’da 28 kişi Donanma Cemiyetini kurar ve başkanlığına da tüccardan Yağcızâde Şefik Beyi seçerler.

Cemiyetin görevi, devletin umumi menfaatleri ve ticari münasebetlerini temin için bir deniz kuvveti meydana getirmektir. 

Cemiyette önceleri Rum, Ermeni ve Bulgarlar yer aldığı halde, 1914’den sonra Gayrimüslimler yer almıyorlar. 

1923’de Topal Osman tarafından öldürülen Deniz Kurmay Yüzbaşılarından Ali Şükrü Bey, İngiltere ve Almanya donanma cemiyetlerinin nizamnamelerini tercümeyle cemiyetin nizamnâmesini yazıyor. 

İngiltere’ye giden heyete teknik danışmanlık yapan Ali Şükrü Bey, İngiltere ve Romanya’dan gemiler satın alıyor. (İddiaya göre Ali Şükrü Beyin, iyi İngilizce bilmesi, kabiliyetli oluşu ve Türkiye hakkında dış basını takip etmesi öldürülmesinde rol oynuyor). 

Satın alınan gemilerin resimleri kahvehaneleri, resmi daireleri ve evlerimizi süslüyor.

Padişah Mehmet Reşat, cemiyetin korumasını üstleniyor. Cemiyet ülke çapında ve 46 merkezde örgütleniyor. Yemen’de bile şube açıyor.

Cemiyet yurt dışında Paris, Berlin, Girit, Mısır ve İran’da şubeler açıyor ve 331 şubeye ulaşıyor. 

Aydın ve Konya şubeleri dörder milyon, Kastamonu iki milyon, Trabzon 1,5 milyon kuruş yardım topluyor. Edirne ve Hüdavendigar şubeleri de çok faal çalışıyorlar. 

Mısır, İran, Türkistan ve Hindistan’dan yardımlar geliyor. 

Cemiyet, Bahriye Nezareti ile birlikte çalışıyor ve hem harp, hem ticaret gemileri satın alıyor.

Cemiyetin merkezi Maliye Bakanlığı avlusu içindedir. 

Cemiyeti desteklemek için PTT, cemiyetin postalarından ücret almıyor.

1910 yılında Emniyet Teşkilâtı büyük bir karar alıyor ve dört yıl süreyle maaşlarının bir kısmını cemiyete bağışlıyor. 

Şubat 1910’da Padişah M. Reşat iki milyon kuruş bağışlıyor. 

Kâzım Paşa, hanımının çiftliğini bağışlıyor. 

1910 Halep idadi mektebi yardım topluyor, yatılı okullardaki yenen etlerin kemikleri satılıp, bedeli cemiyete veriliyor. 

Daha önce Hicaz Demiryolu için toplanan kurban derileri, Cemiyete bağışlanıyor. 

Sultan II. Abdülhamid’in mücevherleri 1911’de Paris’te müzayedede 31,5 milyon kuruşa satılıyor. 

Bazı yazarlar kitaplarının gelirini bağışlıyorlar. 

Cemiyet, celep esnafına madalya takılıyor. 

1911’de Edinburg’ta Müslüman öğrenciler “Bütün dünyada Kurban Bayramındaki iane ve kurban derilerinin Donanma Cemiyetine verilmesi konusunda İngilizce, Arapça, Türkçe, Farsça ve Hindice bir beyanname yayınlıyorlar”. 

Hülasa herkes gücü nispetinde, hatta gücünün fevkinde Cemiyete yardım etmeye çalışıyor. 

Bütün İslâm dünyasından yardım geliyor.

İngiltere, parası ödenen 226 bin İngiliz lirası tutarındaki Sultan Reşat ve Sultan Osman nakliye gemilerini harp dolayısıyla vermiyor. 

İngiltere, Lozan’da bu paranın 76 bin İngiliz lirasına el koydu ve150 bin İngiliz lirasını iade etmeyi kabul etti ve 1914 yılından önce ödediğimiz bu parayı da 1930 yılında ancak ödedi.

Cemiyet geniş bir tanıtım yapıyor ve ilk sayıları on bin adet olan ve 200 sayı bir Donanma Mecmuası çıkarıyor.

Cemiyet, 1 Şubat 1919’da Bahriye Nezaretine bağlanıyor, 2 Nisan 1919’da da Damat Ferit kapatıyor. 

Cemiyet 10 yıl içinde 350 milyon kuruş toplanmış ve 302 milyon kuruş harcanmıştır, Cemiyetin bir tayyare veya bir deniz uçağı fabrikası kurma tasarısı var, ama yerine getiremiyor. 

Derler ki; altı gemimiz olsaydı, İtalya Bingazi’yi alamazdı.

Şu olay o günlerin ruh hâlini çok iyi anlatır:

Hikmet-i Hukûk-ı İslâmiye Hocası Bağdad’lı Zuhâvî-zade Cemil Sıdkı Efendi, 31 Mart vak’asından bir müddet sonra Bağdad Meb’usu olur.

Meb’usan Meclisinde Bütçe müzakere edilirken, Evkaf Nezâreti’nin Buhârî-i Şerif (=Sahih-i Buhârî, Hadîs terceme ve tefsiri) tahsisatı konuşulduğu sırada ayağa kalkar ve şu sözleri, o zaman için cidden büyük bir cesaret eseri olarak kürsüden haykırır:

- Efendiler, bu muazzam dretnotları, bu harp gemilerini yürüten Buhârî-i Şerif değil, buhâr-ı şeriftir. Bu tahsisatın Bahriye Bütçesine eklenmesini teklif ediyorum.

***

O zamanlar, bir ders 45 dakikaydı. Neredeyse 20 dakika hangi atasözünü açıklayacağıma karar verememiş ve birkaç defa atasözü değiştirmiş, en sonunda da Damlaya Damlaya Göl Olura karar vermiştim. Çocukluğumda Hanönü Çeşmesi’nden testiye su dolduğum gözümün önüne gelmiş ve duygulanmıştım. 

Su damlamasın diye çeşmenin kurnasına tülbent bağlarlardı; o zaman su damlamaz ve ince bir ip gibi akardı. 

Saatlerce sıra beklerdik. Bazıları testisini sıraya koyar, işine giderdi; sırası yaklaşınca haber verilirdi. 

Köyde hünerli biri olmamalı ki, bin metre mesafedeki Beybuñarı’ndan künklerle gelen ve Roma döneminden kalma olduğunu sandığım suyolundaki arızayı kimse gidermez, bu rezilliğe katlanırdık. 

Sahipsiz köyde cehalet diz boyuydu. Devlet baba da çok uzaklardaydı.

Kiliseleri onaran, gül ve lavanta şenlikleri düzenleyen Isparta İl Kültür Müdürlüğünün, Miryokefalon harbinde 05-19 Eylül 1176 günlerinde, sıcak su kaynağı ve hamamı bulunan Kötürnek köyünde ordugâh kuran Sultan II. Kılıçaslan’ın su içtiği bu tarihî çeşme ile suyolunu onararak hizmete sunması, kalıcı bir kültür hizmeti olacaktır. 

-Kötürnek köyü Hanönü Çeşmesi (2017): Önü doldurulmuş, içinde ateş yakılmış, yalağı yıkılmış, kurnasından da su damlamıyor artık.-

Köyümüzde mürekkep yalamış birkaç kişi vardı. Biri Yalvaç rüştiyesinden terk 1912’li Reşat Erdal, diğeri ise oğlu sınıf arkadaşım olan 1924’lü Eyüp Gürbüz.

Reşat Amca, “Medeniyet öyle bir ışıktır ki, ona bigâne kalanları yakar kavurur” ve “Bir müsellesin mesaha-i sathiyesi, kaide-i ile irtifaının zarbının nısfına müsavidir” sözlerini öğretti. 

Eyüp Amca ise “Uçak yapıp yapmadığımızı sorar; uçak yapmayan bir devletten hayır gelmez derdi.

Camimizde tayyare ve Ankara-Kocatepe Camiinin resimleri asılırdı. Bir eskilerin fedakârlığını, bir de çok yüksek maaşlar alan Türk Hava Kurumu ve Kızılay yöneticilerini düşünüyor ve hayallere dalıyorum: Kaşıkla biriktirilenler kazanla dağıtılıyor; dişimizden tırnağımızdan artırdığımız paralar har vurup, harman savruluyordu. 

Biliyorsunuz; 1965’li yıllarda Kıbrıs’ta Türkler katledilirken, çıkarma gemimiz olmadığı için yardım edememiştik. 

Ali Şükrü gibi kaliteliler de yoktu. 

Yazıyı Bahri Ata Beyin ibretlik bir tespitiyle bitireyim: Fakir milletin tasarrufları gemi ve tayyare satın almak için Avrupa ve Amerika’ya veriliyor; kendimiz de parasızlıktan birbirimizle boğuşuyoruz. 200 yılı aşkındır aynı hikâye devam ediyor”.

Bugün de parasını ödediğimiz F 35’leri, güya dostumuz ve müttefikimiz olan ABD vermiyor.

Tarihten ders alırsak, insansız uzay araçları konusunda benzer hatalara düşmeyiz. Çünkü bu konuda da çok havalara giriyor gibiyiz. Duam, son ümidimiz yok olmasın ve Eyüp Amca mezarında rahat uyusun.

.

Ramazan Topraklı, dikGAZETE.com

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?