USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Gül, Isparta’ya nereden geldi?

Gül, Isparta’ya nereden geldi?
25-05-2024

GÜL, ISPARTA’YA NEREDEN GELDİ? 

Öz

Makalenin amacı, yağ gülü bitkisinin Isparta’ya Bulgaristan’dan baston içinde getirildiğine dair akıl ve mantığa aykırı rivayetin aslının olmadığı, bilâkis, gül bitkisinin Göller Bölgesi ve bilhassa Hamid veya Hamideli’nde [Isparta] evvelden de var olduğunu açıklamaktır.

Gül bitkisi Balkanlar’a, Rumeli’nin fethinden sonra Türkler, bilhassa Hamid Türkmenleri tarafından götürülmüş olup, gülsuyu, gülyağı ve gül reçeli gibi çeşitli mamuller de, Balkanlar’da Türkler tarafından üretilmiştir. Türk hâkimiyeti sona ermesine rağmen, Balkanlar’da büyük bir Türk nüfus vardır.

Açar Kelimeler: Gül, Gülyağı, Abbasîler, Balkanlar, Hamidoğulları, Türk, Bulgar, Kızanlık, Hamid, Isparta

Giriş

Yine bahar geldi. Isparta’da güller açmaya başladı. Yine başladı Bulgaristan hikâyeleri: Müftüzâde Gülcü İsmail Efendinin, 1888 yılında gül tohumunu baston içinde Bulgaristan’dan Isparta’ya getirdiğine dair hikâyeler…

“136 yıl önce tohumu bir bastonun içinde gelmişti! Şimdi bölge halkının geçim kaynağı olmuştur. Müftüzâde Gülcü İsmail Efendi'nin 1888 yılında Bulgaristan'ın Kızanlık kentinden bastonunun içinde getirdiği tohum, bölge halkı için önemli bir geçim kaynağı oldu. Gül, Gülyağı ve Yağlı Tohumlar Tarım Satış Kooperatifleri Birliği [Gülbirlik] Genel Md. İbrahim Işıdan, AA muhabirine, havaların sıcak gitmesi nedeniyle geçen yıllara göre hasadın bu yıl erken başladığını söyledi”. 21 Mayıs 2024.

[https://halktv.com.tr/gundem/136-yil-once-tohumu-bir-bastonun-icinde-gelmisti-simdi-bolge-halkinin-gecim-835886h]

5 Haziran 2012 tarihinde yazdığım bir makalede “Isparta’ya gül, Bulgaristan’dan geldi” demenin gerçek dışı olduğunu anlatmaya çalıştım, ama nafile. 12 yıl geçtiği hâlde hâlâ, valilik internet sitesinde “gül tohumunun Bulgaristan'dan baston içinde getirildiği” yazıyor. Türkler’in Anadolu’ya gelişleri hakkında yaptığımız yanlışa benzer bir yanlışı da; gülün Isparta’ya gelişi konusunda yaptık.

“Türkler’in ana yurdu neresidir” diye kime sordumsa; ağız birliği etmişçesine hemen hemen herkes: Orta Asya; “Anadolu’ya niçin geldiğimizi” sorduğumda da “kuraklık” demişlerdi. Hâlbuki biz Türklerin, yâni Oğuzların Anadolu’ya kuraklık yüzünden geldiğinin gerçekle hiçbir alâkası yoktu. Eğitimde yapılan bir takdim hatası, öğrendiğimiz bilgilerin aklımızda yanlış kalmasına sebep olmuştu. Benzer bir hatayı da gül konusunda yaptık.

Gül ile bağımızın çok eski, hatta Abbasiler dönemine [8. Asır] kadar gitmesine rağmen, gülün Isparta’ya Bulgaristan’dan geldiği fikri, vilâyet ve resmî kurumlar tarafından Isparta’ya inandırılmış gibidir. Herkesin ağzında “Isparta’ya gülü, İsmail Efendi, Bulgaristan’dan baston içinde getirdi” sakızı vardır. Onun için de, İsmail Efendinin Isparta’ya bir heykeli dikilmiştir.

Gül Bitkisi ve Gülyağının Tarihi

Gül yağı hakkında en eski kayıtlar; Abbasi halifelerine her yıl önemli bir miktarda gülyağı verildiği hususudur: “Faris Eyaletinin bütün Cûr yahut Fîrûzâbât bölgesi, kırmızı güllerden çıkarılan gül yağı (ıtr) ile dikkatleri üzerine çekmişti. Cûr bölgesinden çıkarılan gül yağı, doğuda Çin, batıda Mağrib’e kadar uzak ülkelere ihraç ediliyordu. Fâris bölgesinden ödenen harâç (vergi) içinde Bağdat’taki Halife’ye her yıl gönderilen 30 000 şişe gülyağı da bulunuyordu” (Hitti, 1980: 539). Bağdat şehrinin 763’de kurulduğu; Türkler’in, İran içlerinden geçerek Abbasiler’e ordu teşkil ettiği düşünülürse, Türkler, 8. Asırdan beri, belki de daha önce gülle tanışmışlardı. Türkler, Anadolu’ya geldikleri ilk andan itibaren gülü, gülsuyu ve gülyağını biliyorlardı. Gülün, Hamideli’ne [Isparta] 1880’li yıllarda geldiğini söylemek, kendi ayağımıza kurşun sıkmaktan başka bir şey değildi.

Aşağıdaki ifadeler, çok eskilerden beri Anadolu’da gül yetiştirildiğine işaret etmektedir:

Gordias oğlu Midas’ın bahçeleri denilen yerin yakınındaki bahçelerde güller kendiliğinden yetişir, taçyaprakları altmış tane olur ve kokusu başka güllerden daha incedir. Silenos’un bu bahçelerde tuzağa yakalanmış olduğu söylenir. Bu bahçelerin üzerinde Bermion dağı yükselir; soğuktan kimse yanına yaklaşamaz (Herodotos, VIII-138).

Eski çağda Anadolu’da Milet ve Eskişehir yakınlarında gül bahçeleri olduğu kayıtlıdır. Gordion’daki Midas [MÖ 676], gül bahçeleri döneminde büyük üne kavuşmuştu. Bu bahçelerde katmerli ve kokulu gül çeşitleri yetiştiriliyordu. Herodotos, Midas’ın Perslere yenilmesi sonucu ülkesini terk ederek Makedonya’ya göçmesi sırasında güllerini de beraberinde götürerek, yeni gül bahçeleri kurduğundan söz eder. Anadolu, İran üzerinden bahçe çeşitlerinin bir geçit yolu olmuştur (Baytop, 2001: 4).

Herodotos [MÖ 486-425], gülü, Makedonya’ya tanıtanın Firikya kıralı Midas olduğunu yazar. MÖ 700’lerde Orta Anadolu’da yaşayan Firik kıralı Midas’ın, dört yapraklı gülleriyle, misk gibi kokan bahçelerinden bahseder. Herodotos, Anadolu’da tanıdığı 60 yapraklı gülü de kaydetmişti ki, bu tanıtım önemli bir kayıttır (Altıntaş, 2010: 15).

Anadolu’da yüzyıllardan beri gül yetiştirilmektedir. Gülsuyu Araplar tarafından Avrupa’ya tanıtılmış; gülyağcılık san’atı, 17. yüzyılda Türkler tarafından Avrupa’ya intikal ettirilmiştir” (Öztürk, 1991: 137).

1332’de Eğirdir’i ziyaret eden İbn-i Battuta, Eğirdir’de İshak Bey’le görüşmüş, Türkler’in iftar sofralarına konuk olmuştur. Eğirdir’den sonra Denizli’ye uğrayan Battuta’ya, Denizli’de gülsuyu serpilmiştir (Battuta, ?: 206-209).

Selçuklular zamanında Gülâb-ger: Gülsuyu imalatçısı mesleği vardır. Bu meslek sahibi gülsuyu yapar ve bunları şişeye koyarak dükkânında satardı, Baba İlyas Horasanî’nin halvete çekilen müritleri, yaptıkları yiyeceklerde gülsuyu da kullanmakta idiler (Merçil, 2000: 172).

1430’larda gülden mamûl olan “gülengebin” [gülbeşeker] ile “Gülâb” [gülsuyu], hastalıkların tedavisinde kullanılıyordu (Eşref b. Muhammed, 1961: 10, 60, 80). 937/1530 tarihli Muhâsebe-i Vilâyet-i Anadolu Defterine göre Hüdâvendigâr, Bigadiç, Karasi, Saruhan, Aydın ve Menteşe sancaklarında Gülbahar, Gülçiçek, Güllü, Gülruh, Gül Paşa Hatun ile Gül Dede, Gülhanı, Gülözü, Gülsir ve Gülüm Baba adlarına rastlanmaktadır. Yıldırım’ın annesi, yâni Sultan I. Murad’ın [1326-1389] eşinin adı Gülçiçek Hatun olup, Fatih Sultan Mehmet, elinde bir gülle resmini yaptırmıştır. Evliya Çelebi seyahatnamesinin 1. cildinde İstanbul bahçelerinde geniş ölçüde gül yetiştirilerek her tarafta gülistanlar bulunduğu ve çeşitler arasında zamanın en kokulu güllerinin Verdi Handan ile Verdi Ebyaz ve Kasımpaşa’da yetiştirilen Boşnak Dede Gülü olduğunu kaydetmiştir. Gülsuyu ve gülyağı; 11.asırda Mongolistan prenslerinden Nuri Cihan tarafından keşfolunmuştur (Işık, 1948: 2234-2235). Budapeşte’de yatan Gülbaba’nın, Senirkent-Uluğbeyli [İlegüp] oluşu bir tesadüf değildir.

Timurlenk’in 1403 Şubatında, Eğirdir kalesini zaptı sırasında büyüğü Nasibine [Nis], küçüğü Gülistan [Gül Bahçesi] adlarında iki adadan bahseder (bk. Yezdi, 1936: 782; Sarre, 1895: 183-184). Misafir ağırlamakta kullanılan Gülistan Adası [Can Ada] köşklü, bahçeli ferah-feza bir yerdi (Böcüzade, 2012: 92).

Tarih sırasına göre vermeye çalıştığım bu bilgiler, Göller Bölgesi’nde çok evvelden beri gül yetiştirildiğine işaret eder. Gül, Küçük Firikya’da [Uluborlu-Eğirdir-Yalvaç-Şarkîkaraağaç] hüküm süren Midas [738-696] tarafından yetiştirilmiştir. Gülün yetiştirildiği yer, Kemer Boğazı’nda bulunan Kelene [Kelainai] kenti ve civarıdır. Onun için Miryokefalon Savaşı Madalyonuna Isparta’nın da remzi olan gülü koydum.

Gülün, Midas tarafından bugünkü Makedonya’ya götürüldüğü bilgisi yanlıştır veya en azından Makedonya, Hoyran Gölü yakınında ikinci bir Makedonya’dır. Perslere ait tarihî “av korusu-paradeis” buradadır. Marsyas Silenos’a ait Efsanenin geçtiği yer [Marsyas suyu], malûm Makedonya’da değil, Kemer Boğazı yanındadır (Topraklı, 2012: 53, 54, 55). Hamidoğulları zamanı, hatta 18. asrın ortalarına kadar, yaklaşık 500 yıl Hamideli’nin merkezi Uluborlu, Eğirdir ve Isparta’dır. Muhtemelen bir gül bahçesi olduğu için de, Can Ada’ya Gülistan [Gül Bahçesi] denilmiştir.

Gül Bitkisinin Balkanlara Götürülmesi

Osmanlı, 1389 Kosova zaferiyle Balkanlar’a yerleşir; Yıldırım Bayezid [1389-1402] zamanında büyük nispette fetih tamamlanır ve Balkanlar’a Türk nüfus yerleştirilmeye başlanır. 937/1530 tarihli MVAD’lerinde geçen şu isimler Balkanlar’a Hamid sancağından [Hamideli] götürülen nüfusa küçük bir işarettir. “Hamidlü k. Yeňice-i Zağra kz., Hamidlü k. Dimetoka kz., Hamidlü k. Filibe kz., Hamidlü k. Yeňice-i Karasu kz., Hamidlü mz. İştip n., Köstendil” bunlar arasındadır.

O hâlde gül, Bulgaristan’a Hamit Türkmenleri vasıtasıyla gitmiş demektir. Kızanlık ilçesindeki Hemitli [Hamitli] köyü [k.], hâlâ mevcuttur. Kızanlık, gül çiçeklerinin kırmızı renklerinden kinaye verilmiş Türkçe bir isimmiş. Silistre-Kurtpınarı ilçesinde öğretmen iken 1966’da Türkiye’ye iltica eden Ahmet Hasan Cebeci Hoca, Yeňice-i Zağra ve Filibe kazalarındaki Hamidlü köyleri Kızanlık’ta, Dimetoka ve Yeňice-i Karasu kazalarındaki Hamidlü köyleri ise Batı Trakya’da ve hepsi birden Paşa sancağındadır. Bulgarlar, dillerinde “ı” harfi olmadığı için “Kızanlık” için “Kazanlik” demiş olmalılar; Kızanlık’ta bir de Gülcüler [Rozova] köyü var.

Paşa sancağının merkezi önceleri Edirne iken, 1530’dan sonra Sofya oldu. Türkler, evlerinin önünde muhakkak gül ve çiçek yetiştirirken, Bulgarlar, soğan, sarımsak, patates yetiştirir, ama asla gül yetiştirmezler dedi. Türkler, evlerinin arkasında sebze, meyve ve ceviz yetiştir; Bulgarlar ise cevizi pek sevmez ve yetiştirmezlermiş. Çok ilginç değil mi?

Prof. Dr. Semra Kurucu şöyle der: Isparta gülü [Rosa Damascena: Şam gülü]  Rosa gallica ve Rosa moschata türlerinin melezidir [mill. hibrit]. 2000 yılında yayınlanan bir çalışmadaki DNA analizi, Orta Asya dağ eteklerinde yerli yetişen Rosa fedtschenkoana adlı bir gül türünün de genetik yapıya katıldığını göstermiştir. Bu nedenle Isparta gülünün kökeni muhtemelen Orta Asya civarıdır. O bakımından Isparta gülü Avrupa kökenli bir bitki olamaz.

Konu üzerinde kendisiyle yazıştığım Ermeni Sevan Nişanyan, “Gül, hiç şüphesiz İran medeniyetinin insanlığa armağanlarından biridir. Batı dünyası gül ile Romalılar devrinden beri tanışmıştır. Ancak Avrupa’da gülün gerçek anlamda yaygınlaşması 13. yy’da İspanya ve Sicilya’daki Araplar vasıtasıyladır. Bulgarların gülü Türklerden öğrendiğine hemen hemen kesin nazarıyla bakılabilir. Ama gülsuyu ve gül reçeli imalatını başlı başına bir ekonomik faaliyet haline getirmeyi akıl edenlerin de Bulgarlar olduğunu muhtemelen kabul etmek gerekir. Isparta’da gül muhakkak ki antik çağdan beri biliniyordu; Osmanlı kültüründe de gül çok önemli bir yer tutar. Ama bunlar, Isparta’da bugün mevcut olan haliyle gül üretiminin Bulgaristan muhacirlerinin eseri olmadığını göstermez ki” der.

Sancak, Yenipazar muhaciri Hekim Prof. Mustafa Kahramanyol da; İslavlar’a medeniyeti öğretenler Türklerdir. Osmanlı’ya ait defterlerin incelenmesiyle Bulgar köylüsünün gülle bir alâkasının olmadığı, Bulgaristan’da da gülle iştigal edenlerin Türkler olduğu; İslavlar’a medeniyeti götürenlerin de Türkler olduğu görülecektir. Balkanlar’da, Al Katmer denen gül cinsi pek meşhurdur. Türkler, Boşnaklar, Pomaklar ve Arnavutlar bu cinsi Türkçe adı ile bilirler. Daha düne kadar Türklerin idaresinde bulunan Balkanlar’da nüfusun yarıdan fazlası Türk idi der.

Ezcümle; üstte verilen tarihî bilgilere göre gülü Balkanlar’a Türkler’in götürdüğü çok kesin tarihî bir hakikattir. Gülün Bulgaristan’dan geldiğine dair söz ve yazılar; gülü Bulgarlar’dan aldığımız gibi yanlış bir anlamaya sebebiyet vermektedir.

Yaklaşık 500 yıl Balkanlar’da kalan Türkler, Türkiye’ye hicret ederken, elbette beş asırda elde ettikleri bazı bilgilerini, Türkiye’ye getirmelerinden daha tabii bir şey olamaz. Nişanyan ve Kahramanyol, bu hakikati teslim etmişlerdir. Bulgaristan’da gülcülük ile uğraşanlar Türklerdir. Türkler gülü, Bulgar ve İslavlar’dan almamış; bilâkis, Balkan halklarına gülü ve gülcülüğü öğretmişlerdir.

Isparta’da Gülcülük

Hilmi Dilmen 1935’deki “Gülcülük” adlı makalesinde gülcülüğün memlekete gelmesine sebep olan Müftü oğlu Bay İsmail’dir der ve sağ olan büyüklerinden bu zat hakkındaki bilgilerini sorar: Gülcülüğe başlamadan dağlardan toplayıp getirdiği sularla havuzlar yaptırmış, güzel bağ bahçeler yetiştirmiş ve ilk pamuklu dokuma atölyesini kurmuş. 1889 tarihinde de, Kızanlık’tan gelen [Dilmen, Bulgaristan’dan getirdiği der] Pehlivan Hafızla evinin yakınında İkikavacık denilen dağlık bir mahalde ilk gül bahçesini tesis etmiş ve ikinci senede gülyağını üretmiştir (Dilmen, 1935: 164). Görüldüğü gibi, gül tohumu, baston ve Bulgaristan gibi bir şey yok. Bu konuda en mantıklı ve ayrıntılı bilgiyi veren Atabeyli Mahmut Kıyıcı [1918-1995] ise özetle şöyle der:

Yalvaç Meydan Bey Oğulları ailesinden Mehmet İzzet Efendi oğlu İsmail Efendi 1840’da Isparta’da doğdu. İyi bir medrese öğrenimi gören İsmail Efendi girişimci biriydi; önce dokumacılık işine girdi. Daha sonra 1888 yılında Kızanlık’an göç etmiş, Denizli-Çal’da tapu memurluğu yapan birinin gül çiçeğinden yağ çıkarmasını bildiğini haber aldı ve adı geçen kişiye ortak çalışma önerdi. Ancak bu kişinin mazereti çıkınca, İsmail Efendi yoluna kendi devam etti. Isparta ve Burdur bölgesinin her yanına adamlar göndererek, evlerinin bahçesinde süs için yetiştirilen güllerden fidanlar toplattırdı. Şehir dışında otuz dönüm kadar bir gül bahçesi kurdu. İlk yıl gülhane yapımıyla uğraştı. Damıtım için gerekli araçlardan bir kısmını Isparta’da yaptırdı; bir kısmını da Kızanlık’tan getirtti, ama ilk aşamada gülyağı değil, gülsuyu çıkarabildi. Bu arada Kızanlıklı Pehlivan Ahmet diye anılan birini gülhanesine ustabaşı aldı ve gülyağı çıkarmayı başardı (Kıyıcı, 1998: 63-64). Yanlış anlamaya sebep olduğu için Bulgaristan yazan bir kelime yerine Kızanlık yazdım. Çünkü Kıyıcı’nın yazısında gülün ve gülyağının Bulgaristan ve Bulgarlarla hiçbir ilgisi yok! Malûm, Bulgaristan, 1878’de iç işlerinde muhtar ve Osmanlı’ya tâbi bir idareyken, 1908’de ancak bağımsız olmuştur.

Hani nerde baston, hani nerde gül tohumu? Yalan söylemeye hiç mi utanılmadı? Görüldüğü gibi İsmail Efendi, gül çubuklarını, Isparta ve Burdur’un köy ve kasabalarından getirtmiştir. Ustası da Kızanlık’tan gelme bir Türk.

Yazımıza Arif Nihat Asya’nın, içinde halı, gülsuyu, İsparta ve gül” kelimeleri geçen bir şiiriyle son verelim:

Koru koru, bahçe bahçe

Kuşlar ses verir, ses alır…

Parkında çiçek tarhları,

Halılarından ders alır;

İsparta’nın erenleri, Gülsuyiyle aptes alır.

Çiçekten, yemişten, aşktan

Murâdını herkes alır…

İsparta’da göğüsler, gül

Kokusundan nefes alır

İsparta’nın erenleri, Gülsuyiyle aptes alır

Sonuç

Şimdi artık halı yok! Isparta’nın erenleri de Bulgar suyuyla aptes alıp, Gül Bayramı diye Bulgaristan’dan baston içinde getirilen gül tohumu misali, festival yapıyor. Gülsuyuyla aptes alan halk ise, olanlara şaşkın şaşkın bakıyor.

.

Ramazan Topraklı, dikGAZETE.com

Kaynak ve tetkik eserler

Altıntaş, Ayten (Ocak 2010): Gül, Gül Suyu, 2. Baskı, Portakal Basım A.Ş.-İstanbul.

Baytop, Turhan (2001): Türkiye’de Eski Bahçe Gülleri, Kültür Bakanlığı Yayını-Ankara.

Böcüzade, Süleyman Sami (2012): Isparta Tarihi, Haz.: Hasan Babacan, Isparta Valiliği-Isparta.

Dilmen, Hilmi (1935): “Gülcülük”, Cilt 1, Sayı 10-11-12, Ün Isparta Halkevi Mecmuası, s.163-166.

Eşref bin Muhammed (1961): Hazâinü’s-Saâdât, Haz.: Şehsuvaroğlu, Bedi N., TTK-Ankara.

Herodotos (1983): Herodot Tarihi, Müntekim Ökmen ve Azra Erhat, Remzi Kitabevi-İstanbul.

Hitti, Philip (1980): Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi II., Çeviri: S. Tuğ, Boğaziçi Yayını-İstanbul.

Işık, Hüsnü (1948): “Isparta’da Gül, Gülyağı ve Tarihi”, Ün Isparta Halkevi Dergisi, Cilt 14, Sayı 166-168, Ankara, s.2234-35.

İbn-i Battuta (?): Büyük Dünya Seyahatnamesi, İlk Türkçe Çeviri: M. Şerif Paşa [1907], Yeni Şafak Kültür Armağanı, İstanbul.

Kıyıcı, Mahmut (1998): Ispartalı ve Isparta’ya Hizmet Etmiş Büyük Adamlar, Göltaş Kültür Yayınları-Isparta.

Merçil, Erdoğan (2000): Türkiye Selçukluları’nda Meslekler, Türk Tarih Kurumu-Ankara.

Öztürk, İlhame (1991): “Geleneksel Yöntemle Gül Yağı Üretimi”, Türk Etnografya Der., Sayı XIX, Kültür Bak.-Ankara s.137.

Sarre, Firederik [Friedrich] (1895 Yazı): Küçükasya Seyahati, Çeviri: D. Çolakoğlu, Pera-İstanbul.

Şerefeddin-i Yezdi (1936): Zafernâme, Çeviri: H. Fehmi Turgal, Konya Halkevi Der.-Yıl 2, Sayı 13, Milli Kütüphane, Ankara.

T.C. Başbakanlık Devlet Arş. Gn. Md. (1993): 438 Nu., Muhâsebe-i Vilâyet-i Anadolu Defteri [937/1530] I, Tıpkıbasım-Ankara.

T.C. Başbakanlık Devlet Arş. Genel Md. (1995): 166 Nu., Muhâsebe-i Vilâyet-i Anadolu Defteri (937/1530), Tıpkıbasım-Ankara.

Topraklı, Ramazan (Mart 2012): Yol ve Tarih, Semih Ofset-Ankara.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
RAMAZAN UMUTLU
RAMAZAN UMUTLU 3 hafta önce
Tarihi belgelere ve araştırmalara dayalı gayet güzel, akıcı ve bilgilendirici bir yazı olmuş.Teşekkür ederim