USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

​Kamu Diplomasisi ve Yumuşak Güç

​Kamu Diplomasisi ve Yumuşak Güç
06-05-2022

- İbni Haldun’a ait “Coğrafya kaderdir” (Nerede doğarsan oranın kirine, çerçöpüne batar, oranın suyuyla yıkanır, oranın güneşiyle kavrulursun; oranın iklimi biçimlendirir geleceğini) sözünü nasıl yorumlarsınız…
Coğrafya kaderdir lafı ne kadar bilimseldir? Coğrafya, gerçekten kader mi?

- Bilimde genelleme yapmak doğru değildir ancak “coğrafya kaderdir”, sözünde büyük bir gerçeklik payı vardır. Hitler'e atfedilen bu söz, büyük ölçüde doğrudur. İbn-i Haldun’dan alınan bu söz, tarihi vakaları çözümlemede anahtar bir metin olarak kullanılmaktadır. Yerçekimi ivmesinin yüksekliğe göre değişmesi gibi, bu sosyolojik kanun da tarihi şartlara, ortaya çıkan fırsatlara göre değişir.

Coğrafya ve kaynaklar insanların beslenme tarzını, hayat mücadelesi biçimini ve her şeyi etkiler. Mesela Almanya'nın Orta Avrupa'ya sıkışmışlığı, Alman tarihini etkilemiş Alman stratejisini aceleci yapmıştır. Rusya'nın geniş coğrafi alanlara yayılmış olması, işgalini zorlaştırmaktadır, savunmasını kolaylaştırmakta, doğal kaynak bolluğu yaratmaktadır.

Eski Türklerin Orta Asya bozkırlarında yaşaması beslenme biçimlerini etkilemiş etçil beslendikleri için savaşçı ve yaratıcı yönleri gelişmiştir. İlk ordu teşkilatını, hiyerarşik yapılanmayı Türkler kurmuştur.

Mesela, Amerikan yerlileri, Amerika kıtasının geniş ve verimli topraklara sahip olması sebebiyle kıtasında kalmış Asya'yı Avrupa'yı tersine keşifle önce onlar keşfedememişlerdir. Türklerin yaşadığı Orta Asya’nın uçsuz bucaksız ovalara sahip olması, yayılmasını kolaylaştırmış, geniş coğrafyalarda hareket imkânı sağlamış, Türklerin 4 kıtada yayılmasını temin etmiştir.

Anadolu, köprü coğrafyası olması sebebiyle kıtalar arası geçiş yolu olmuştur. Bu nedenle sık sık işgale uğramış, tarih boyunca yüzlerce devlet kurulmuş ve yıkılmıştır.

Anadolu'da ayakta kalmak bisiklete binmek gibidir, devletler, dinamik bir vizyona sahip olursa, daima ileri hareket ederse, büyük hedeflere sahip olursa coğrafyasını elde tutabilir.

Bu nedenle ulus devlet zihniyetiyle, içine kapanarak ayakta kalmak mümkün değildir. “Yurtta sulh cihanda sulh” zihniyeti ile “kimsenin bir karış toprağında gözümüz yoktur” mantığı ile hareket mümkün değildir.

Bu nedenle Türkiye, yeniden büyük imparatorluk zihniyetine geçmek zorundadır.

Köprü ve geçiş coğrafyalarının bekası, sürekli büyümek ve egemenlik alanını genişletmekle mümkündür. Kaderi genişlemeyi mecbur kılar. Durursa düşer.

- Amerikan hükümetlerinde etkin görevler almış olan siyaset bilimci Joseph Nye, “yumuşak güç” kavramını ilk kez 1980’lerin sonlarında kullandı. Günümüzde tüm dünyada siyasî liderler, köşe yazarları ve akademisyenler tarafından sık sık kullanılmaktadır.

Zorlama kabiliyeti olan sert güç bir ülkenin askerî ve iktisadî gücünden kaynaklanırken, yumuşak güç ülkenin kültürünün, siyasî fikirlerinin ve politikalarının cezbetme ve ikna etme kabiliyetine dayalı olan “gücü” olarak ifade ediliyor.

Türkiye’nin 1992 yılında Özal ile başlayan ve son 20 yılda sürekli üstüne koyarak geliştirmeye çalıştığı dış politikadaki “insani diplomasi” ve bu çerçevede “yumuşak güç" kavramını nasıl yorumlarsınız? Türkiye’nin yumuşak güç kaynakları nelerdir, nasıl kullanmalıyız?

- Yumuşak gücün temeli, bilimde ilerlemek ve bunun üzerine ileri bir eğitim sistemi kurmaktır. Okul ve eğitim sisteminizi yaydığınızda medeniyet değerlerinizi yayarsınız. O zaman bu sizin hakkınızda hayranlık duygusu oluşturur. Hedefleriniz şüphe ile karşılanmaz, teklifleriniz kabul görür.

Atalarımızın bir sözü vardır; “süngünün üstünde oturulmaz”, diye, benim bir tespitim var: mükâfat ve zorlama arasındaki oran 87 mükâfat 13 cezadır. Eğer bu oran, askeri gücün aşırı kullanılmasına tekabül ederse hiçbir devletin gücü bütün dünyayı işgale yetmez.

Hiçbir devlet, sadece askeri güce dayalı olarak hiç kimseyi sindiremez.

Hiçbir devlet, sadece askeri gücü dayalı olarak ayakta kalamaz. Güç müşekkel bir kavramdır, çok boyutludur.

İnsani-hümaniter boyutu olmayan güç, hayvani güçtür, hayranlık değil mukavemet doğurur.

Amerikan siyaset bilimci Joseph Nye, Amerika'nın askeri gücünün bütün dünyayı kontrol etmeye yetmeyeceğini bildiği için “yumuşak güç” kavramını geliştirmiştir.

Yumuşak güç, onların anlayışına göre; devlet liderlerinin kendileri tarafından seçilip atanması veya rüşvetle yönlendirilmesi, siyasi hareketlerin Soros-vari yöntemlerle şekillendirilmesi, rakip ülkelerde dost yönetimlerin kurulması, hasım ve dost ülkelerin Amerikan vizyonuna göre hareket etmesi anlaşılmaktadır.

Batılı değerlerin temeli “batıl” olduğu için hiçbir yerde dikiş tutmaz ve inandırıcı olamaz.

Batının yumuşak güç kavramı Makyevalisttir, gizli gündemleri vardır, ikna edici fikirlerle, halkın ihtiyaçlarını karşılıyor görünerek, insani yardımlarla, göz boyayarak, çoğu kere yalan söyleyerek, insanlığı aldatarak zihinleri etkilemeye çalışmaktır.

Her ne kadar Joseph Nye“yumuşak güç” kavramını 1990’lardan itibaren ortaya atmışsa da ABD, bu kavramı yalanlara bulayarak kullanmış, Irak, Afganistan, Suriye ve dünyanın değişik coğrafyalarında işlediği cinayetler nefret uyandırmıştır.

Mesela Yahudi inanç tarzı hiçbir zaman İsrail’in-Yahudilerin büyük devlet kurmasına imkân vermez. Çünkü ırkçıdır ve azgın şekilde (delice) ırkçıdır.

Allah’ın, bütün insanlığı Yahudilere hizmet etmek için yarattığını, Yahudilerin, Havva Ana’nın şeytandan olan çocuğu olduğu ve bu nedenle üstün yaratıldığı fikri dolayısıyla uzlaşmaz bir çatışma kültür ve inancına sahiptir.

Bu inanç: kanı, canı, malı helal olan öteki kültürü yaratmaktadır.

Buna dayalı olarak ileri sürdükleri “vaad edilmiş topraklar” kavramı, birlikte yaşama ve çok kültürlülük zihniyetini imkânsız hale getirmektedir. Uzlaşmaz (Antogonistik) çatışmalar mutlaka bir tarafın imhasıyla sonuçlanır.

Türk-İslam kültürü; hoşgörü kavramıyla, İslam’ın, Allah rızası için karşılıksız yardım etmek mantığı ile hareket ettiği için insancıl ve çekicidir. Sömürgeci ve çıkarcı değildir.

Türkiye, savaşan ordusu olması dolayısıyla sert gücü kullanma açısından da; çekici inanç ve kültürü dolayısıyla, yumuşak güç kullanma bakımından da büyük bir hazineye sahiptir.

Yeni dünya düzenini kuracak asal güçtür.

Yeryüzünde zulmün ortadan kalkması ve barış ve adaletin hâkim olması için Türkiye’nin sert ve yumuşak gücüne bütün dünyanın ihtiyacı vardır. Bu nedenle Türkiye, büyük bir dünya gücü olmaya mecburdur ve mutlaka olacaktır.

- Modern Kamu Diplomasisi modeli son yüzyılda Batıda kavramsallaşan haliyle bize aktarılmış ve aynı biçim ve formla ülkemizde inşa edilmiştir. Hâlbuki ülkemiz kamu diplomasisi alanında batıdan çok daha eski ve çok daha güçlü tecrübeye sahiptir.

İlk defa XVIII. yüzyılda yüksek düzeyde bir Osmanlı bürokratı olan 28. Mehmed Çelebi, 1720-21 yıllarında Sultan III. Ahmed tarafından elçilik göreviyle Fransa'ya gönderildi.

Bugün, “büyük devlet” olarak adlandırılan birçok devletin kuruluş tarihinden öncesine denk gelen kadim birikim ve derinliğe sahip millet ve devlet geleneğine sahibiz.

Bu gücümüzü, birikimimizi diplomasi alanına yansıtabiliyor muyuz? Nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Türklerin son 3 asır boyunca batı karşısında yenilerek geri çekilmesi, çoğu kere inanç değerlerindeki bozulma veya irtica kaynaklı olduğu sanıldı.

Cumhuriyet tarihi boyunca din ve irtica en büyük düşman sayıldı ama batıyı aşacak bir kültür veya model geliştirilemedi. Bunun sebebi Osmanlı’nın gerilemesinin nedenlerini doğru teşhis edememekten kaynaklandı.

Batı, coğrafi keşifler (Amerika Kıtasının keşfi) sonucu sınırsız kaynaklara sahip oldu. Osmanlı’ya göre batının nüfusu 5 kat arttı. Muazzam bir ihtiyat gücü oluşturdu.

Rusya, 1550’den 1750’ye kadar olan 2 asırda; sadece yol ve karakol yaparak Sibirya’dan-Alaska’ya doğru 100 Km genişledi, karşımızda mukavemet edemeyeceğimiz kadar büyük güç oluşturdular.

Güç, çok yönlü bir kavram olduğu için onu oluşturan kaynaklar; yiyecek-içecek-beslenme, madenler, ormanlar, teşkilatlı nüfus, teknoloji ve eğitim üzerinden potansiyel yaratmaktır.

Türkiye, kapasitesini hiç kaynak sarf etmeden geliştiren Rusya ve Avrupa’nın arasına sıkıştı ve onlara nispetle gerilemeye başladı. Nüfus gücü bakımından şu mukayese bile son derece önemlidir. 1914’de Osmanlı, seferberlik ilan ettiğinde 3 milyon asker çıkartabildi, Rusya 13 milyon kişiyi askere aldı. Aslında gerilemenin sebebi stratejik manada milli güç gerilemesidir, sayıca, kuvvetçe nispi olarak azalmayı ifade eder.

Diplomasi, inandırıcılık, ikna etme kabiliyetidir, tabiî ki çok önemlidir.

Dünya politikasında askeri güçle desteklenmeyen hiçbir siyasetin başarı şansı yoktur. Hatta boş gevezelikten ibarettir.

ll. Dünya Savaşı’nda diplomatın biri Stalin’e soruyor, “Papalık Devleti’nin gücü nedir?

O cevaben diyor ki, “Papa’nın kaç tümeni var?

Tabii ki Osmanlı’nın son bir asırda gösterdiği dengelere dayalı ayakta kalma stratejisi, büyük bir diplomasi başarısıdır.

Sert güçle desteklenmeyen yumuşak gücün bir kanadını oluşturan diplomasinin tek başına başarı şansı yoktur. 1993’den beri Dağlık Karabağ için binlerce görüşme yapıldı, Minsk Grubu, diplomasi falan filan; Gordion’un kör düğümünü, sonunda kılıç darbesi çözdü. 

- Batılı kamu diplomasisi düşüncesini şekillendiren kavramlar, propaganda, asimilasyon, kültür emperyalizmi gibi kavramlarken, Ülkemizin tarihsel derinliğinde yer alan tecrübe, davet, tebliğ, ısındırma, sevdirme ve fetih gibi insanı var eden kavramlardır.

Kamu Diplomasisi alanında Batıdan farklı “Özgün Bir Model” kurabilir miyiz? İnsanlık için çekici bir modelin esasları nedir, ne olmalıdır? 

“Ülkemiz üç yüz yıldır bir Batılılaşma ve modernleşme tartışması yaşamaktadır. Çok katı, tereddütsüz ve sınırsız Batılılaşma fikri ile kendi değerlerini koruyarak modernleşme gibi kavramları tartışmakla geçti. Neticede ülkemiz hem bir Batılılaşma hem de modernleşme sürecini beraberce geçirdi.

Batının kurduğu dünya sistemi değişiyor. İnsanlık Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan küresel dünya sistemine itiraz ediyor. Mevcut dünya düzeni hem insanlığı taşıyamıyor hem de modern dünya için bir değer üretemiyor.

Dünya, siyaset, ekonomi, hukuk, teknoloji ve toplumsal olarak bugüne kadar hiç olmadığı kadar büyük ve kapsamlı bir değişim yaşamakta aynı metotlarla yol almak zorlaşmakta, bu durumda:

İnsan tasavvuru olmayan, mekâna dair bir anlayışı ve tasarrufu olmayan medeniyetler varlıklarını devam ettiremeyecekleri görülmektedir.

Batı ve değerlerimiz arasında sıkışan yüz yılı aşkın süredir yaşadığımız kimlik krizleri ve kendimizle süregelen kavgalarımız yeni özgün bir ben idraki olan yeni bir varlık inşa etmemize engel olmakta mıdır, yeni çıkış yolları sunmakta mıdır?

Yeniden tarihi yerimizi almak ve tarihi iddialarımızı kazanmak için ne yapabiliriz? 

Ülke ve millet olarak sahip olduğumuz tarihi derinlik ve tecrübe insanlığın ve dünyanın geleceğinde yeniden medeniyet kurma ve merkez olma imkânını bize sunmakta mıdır?” sunmakta ise bunun yolu ve metodu ne olmalıdır? 

-Batı, Yahudi sermayedarlar üzerinden dünya ekonomisini büyük ölçüde kontrol etmektedir. Onların kurduğu düzen içinde kalarak onlara mukavemet etmenin imkânı yoktur. Çünkü batı, basın-yayın, internet, sosyal medya ve propaganda gücü açısından tekel durumundadır.

Kültür emperyalizmini sağlayan kaynak ve kapasite açısından geniş imkânlara sahiptir. Bu nedenle, batının sistemine itiraz ederek işe başlamak lazımdır.

Bütün insanlık; batının acımasız zulmünden, ahlaksız kültüründen rahatsızdır. Bunun değiştirilmesi gereklidir.

Bulunduğumuz çağ, insanların batıl/batılı değerleri itiraz çağıdır. Batı sistemine itiraz, öncelikle onların kurduğu ekonomik sisteminin dışına çıkarak başarılabilir.  

Onların kurduğu para ve kambiyo sistemi içinde kalarak, onlardan borçlanarak, cari açık vererek, kendi kendine yetmeyen, açık veren bir ekonomi kurarak bu başarılamaz.

Türkiye için öncelikle ekonomiyi kendi kendine yeterli hale getirmek, iktisadi gelişme hızını artırmak, işsizliği ortadan kaldırmak, sanayi ve savunma sanayinde batıyı geçmek, tarımda en az 300 milyon insanı besleyecek bir yapı kurmak gereklidir.

Irak-Suriye-Lübnan-Filistin-Gürcistan-Bulgaristan-Libya- Somali-Yemen-Kuveyt-Katar gibi ülkelerle, sınır yokmuş gibi bir ekonomik yapı geliştirmek ve Türkiye için açık bir vizyon oluşturan Afrika coğrafyasında yapılanmak ve mazlum insanların elinden tutmakla işe başlanmalıdır.

Türk coğrafyasındaki yapılanma Rusya’yı ürkütmeden gerçekleştirilmeli, Ermenistan’ın gücü zayıflatılarak Azerbaycan - Türkmenistan Orta Asya bağlantısı kurulmalıdır. Kırgızistan ve Tacikistan’ın Çin hegemonyasına düşmesi önlenmeli, D. Türkistan’ın bağımsızlığı için mümkün olan ne ise o yapılmalıdır.

Türkiye, bütün bunları başarabilecek bilgi birikimine ve tecrübeye sahiptir. 

1908 darbesinden beri Türkiye’de modernizmin mahiyetini anlamamış, batılılaşma ile birbirine karıştırmıştır.

Cumhuriyet döneminin başlangıcında batılılaşma modernizm kabul edilmiştir.

Bu bakış açısı yanlıştır.

Modernleşmenin ölçütü bellidir. Ekonomik büyüme, tam istihdam, ileri teknoloji, ARGE, nükleer enerji, uzay teknolojileri, nano teknoloji, biyoteknoloji, malzeme üretim bilimi, kaliteli eğitim sistemi, kendi kendine yeterlilik, ileri seviyede ulaştırma ağı vs, kurmaktır.

Bütün bunlara ilave olarak nükleer silahlara sahip savaşan bir orduya sahip olmaktır.

ABD, F-35, F-16 vermezse hava gücü zayıflayan bir ordu batının hegemonyasından kurtulamaz. Bugün İsrail, hava gücü bakımından o derece kuvvetlendirilmiştir ki; aynı anda Türkiye, Mısır, S. Arabistan ve İran’a saldıracak ve hava üstünlüğü kuracak potansiyele sahiptir.

Öncelikle batıya muhtaç olmayacak bir yapı kurmanın kararı alınmalıdır.

Türkiye’nin batıdan farklı özgün bir model kurmasının imkânı vardır.

Kapasitesi buna müsaittir.

Sosyolojik alt yapısı ve dini değerleri-kültürü çekicidir. Batı kültürünün temeli olan Hıristiyan-Yahudi zihniyeti,öteki” kavramı olmadan değer üretemiyor.

Ürettiği değerler; çıkarcı- bencil- emperyalist- zorba değerler olduğu için insanlığın zihninde mukavemet oluşturmaktadır.

Türk milli kültürü kaynaştırıcı, işbirlikçi, ahlaklı bir medeniyet zihniyetidir. Toplumcudur, insanlığı tek bir bütün olarak görmektedir.

Renklerin ve dillerin farklı olması zenginliktir. Bize göre diğer insanlar “dinde kardeş veya yaratılışta bir eştir.” Batı kültürünün bu zihniyete karşı mukavemet etmesinin imkânı yoktur.

Öncelikle kendimiz gibi olmalıyız.

Kendi değerlerimizin üstünlüğüne inanmalıyız.

Dinimizin en üstün din olduğunu kabul etmeliyiz.

Dini ve milli değerlerini yaşayan dürüst insanlar yetiştirmeliyiz; yalancılık, hırsızlık, dolandırıcılık, ahlaksızlık nedir, bilmeyen nesiller yetiştirmeliyiz.

Batının ötekileştirici kavramları bizi küçültür.

Mesela son zamanlarda çıkartılan Suriyeliler meselesi, “Suriyeliler gitsin”, “Suriyeliler Türkiye için tehdittir” gibi söz ve kavramlar ufuksuzluğun, vizyonsuzluğun ta kendisidir.

Bu söylem ve zihniyet, batının “öteki” kavramının tekrarı, hatta ta kendisidir ve batı tesirinde kalmaktır.

Bu kafa yapısında olanlar Türkiye’yi büyütemez küçültür.

Her millet, kendi değerleri üzerinden yükselir.

Irak ve Suriye, Türkiye’nin ayrılmaz kültür parçasıdır. Türkiye’ye ait olmalıdır.

- Peki hem ülke olarak hem İslam medeniyeti olarak bunu nasıl mümkün kılabiliriz?

a- İnsanlık için yeniden medeniyet kuracak akl-ı selimin oluşması, bu akl-ı selimi kuracak insan tasavvurunun oluşmasının imkânı var mıdır?

b- Yapılacak medeniyet hamlesinin, yeni bir dünya kurma fikrinin başarıya ulaşması için insanlığın hangi ilkesel temeller üzerine ikna edilmesi gerekmektedir?

c- Oluşacak bu aklın, insanlığa öncülük edecek, yol açacak yeni metodolojinin uzun soluklu olması, maddi, kültürel olarak desteklenmesinin imkân ve kaynakları nedir, nelerdir?

Bir hikâye ile konuya girmek istiyorum: Padişahın birisi, halkını imtihana tabi tutmak istemiş. Bunun için bir havuz yaptırmış ve: “Her vatandaş gece karanlıkta bu havuza bir kova süt dökecek.” demiş

Adamın birisi, kendi kendine “Ben bir kova süt yerine bir kova su dökersem diğer sütlerin arasında su döktüğüm belli bile olmaz” demiş ve bir kova suyu havuza boşaltmış.

Bir başkası da aynı şekilde davranmış.

Bir diğeri de…

Sabah olunca, padişah havuzu kontrol etmeye gittiğinde, havuzun süt yerine su ile dolu olduğunu görmüş…

Öncelikle ahlaki düzeni tamir ile işe başlamalıyız.

Ayet hükmü açık: “Bir toplum kendisini düzeltmedikçe Allah onları düzeltmez.” Önce işe kendimizden başlamalıyız.

Dedelerimizden daha ahlaklı, daha dürüst, daha güvenilir, daha bilgili, daha çalışkan, daha insancıl olmalıyız.

Tıpkı ayetteki gibi: “Müminler birbirlerine karşı şefkatli düşmanlara karşı şiddetli olmalıdır.” emrini tatbik etmeliyiz.

Hiçbir medeniyet, insanlar harekete geçmedikten sonra atılım yapmaz, hiçbir şey atalet içinde değiştiremez.

Medeniyeti harekete geçirmek ve çekici yapmak, liderlik meselesidir.

Kurucu liderlik çok bilgili olmalıdır, vizyon sahibi olmalıdır.

Türkiye, halen liderliğini bulamamıştır.

1908 darbesinden sonra iş başına gelen bütün liderler, dünyayı anlayamamış, devleti ihya edecek bilgi ve kapasiteye sahip olamamış yanlış işler yapmıştır.

Allah’a meydan okuyarak onun yarattığı mülkte payidar olamazsınız.

Günümüzde “büyük lider” olarak tanımlanan Demireller, Özallar, Ecevitler ve ondan sonra gelen liderlikler, batıya meydan okuyacak kapasiteden mahrumdur.

Batının kuyruğundan gidip, batılı gibi olmayı, onların ahlakıyla yaşamayı savunan liderlik, orijinal kültür üretmeyi başaramaz. Bu nedenle, batıya karşı alternatif yaratamaz.

Sistemin iyisinin ne olduğu bilinmediği için, bozuk düzen ideal, düzenmiş gibi yoluna devam eder.

Batı, elinde tuttuğu muazzam medya kapasitesi ile doğruları yanlış, yanlışları doğru gibi gösterebilmektedir.

Karizmatik liderleri sıradan, sıradan liderleri “büyük insan” olarak kabul ettirmektedir, aynı zamanda ülkesi için, milleti için çalışan liderleri, ekonomik sosyal politikalarla zayıflatmak suretiyle iktidardan düşürme gücüne sahiptir.

Mesela batı, kurduğu büyük istihbarat ağı ile karşısına rakip liderlerin çıkmasına imkân vermemektedir.

Mesela; Panama, Mısır, İran, Venezüella gibi ülkelerde Musaddık, Hugo ChávezMaduro, Mursi gibi liderlerin çıkmasına mani olabilmektedir ve kendilerine kafa tutacak bütün fikir ve eylem hareketlerini daha başlangıçta haber almaktadırlar. Herhangi bir rakibin çıkmasına meydan vermemektedir.

Yeni Dünya Düzeni, batının egemenliğine son veren, batının üstünlüğünü ortadan kaldıran bir anlayışta şekillenmelidir.
Türkiye'nin son zamanlarda dillendirdiği “Dünya Beşten Büyüktür” parolası, insanlık için büyük çıkıştır.

Batının, küresel finans sistemi üzerinden kurduğu yapı, merkez bankacılık sistemi, dış ticaret politikası, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), ithalat-ihracat kotaları, sebepsiz yere çıkarttıkları savaşlar (Rusya Ukrayna Savaşı, 1979’da yaptırdıkları Irak-İran Savaşı, Irak’a saldırı, Lübnan iç savaşı, Suriye’nin iç harbe sürüklenmesi) hepsi birer sömürü aracı ve iktidarı devam ettirmenin vasıtalarıdır.

Bu düzene topyekûn itiraz edilmelidir.

Milli devletler, otarşiye yönelerek kendi kendine yeterliliği hedef almalıdır. Öncelikle bu bir karar meselesidir.

Batı’nın hegemonyasına nasıl itiraz edilecektir. İşe nereden başlanacaktır? Bunun çalışması yapılmalıdır.

Bu itirazı gerçekleştirmek için; kurumsal, ideolojik, yapısal değişikliklere yeni bir yapılanmaya gidilmelidir, onlarla uzlaşarak, onların düzenine tabi olarak yeni bir dünya düzeni kuramazsınız.

Bu konuda Rahmetli Erbakan Hocamızın söylediklerini tekrar tekrar inceleyip ele almak bir milli itiraz programı hazırlamak lazımdır.

.

Suat Gün, dikGAZETE.com

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?