FETULLAHÇI KUMPAS; SELAM TEVHİD DAVASI (1)
ZÜRİH, İsviçre
2003 yılında iktidarı devralan Adalet ve Kalkınma Partisi kadroları, gayriresmi ilk ortaklık anlaşmasını Gülen gurubu ile yapmıştı. Yapılan işbirliği, Emniyet ve yargı içindeki örgütlenmeyi Fetullahçılara bırakıyor, karşılığında ise medya ve kadro desteği sağlıyordu yeni iktidara.
Bu zımni ortaklığın kamuoyunda dikkat çeken çıktısı ilk “Ergenekon Operasyonları” adıyla belirmiş olsa da Gülenist gurubun bir başka kritik işi “Selam Tevhid Operasyonları”ydı. Yaygın kabulün aksine devlette “Fetullahçı Korsanlık”, sadece Ergenekon davaları ile değil “Selam Tevhid” kumpasıyla da gündeme gelmişti.
Eşinden ayrılan bir kadının 2011 yılında Bursa polisine yaptığı “eski eş” odaklı bir ihbar, emniyet içindeki Fetullahçılar tarafından büyük bir “fırsat” olarak görülecekti. Kadın, eski kocasının “İran istihbaratının bir elemanı olduğu ve Türkiye’de İran adına ajanlık faaliyeti içinde bir networkün parçası işlevi gördüğü” şeklinde ifade vermişti polise. Eski bir eşin, boşanma evresindeki ruh hali dikkate alındığında, intikam düşüncesiyle yapıldığı anlaşılan abartılı açıklama, polis içindeki “paralel yapı”nın iştahını kabartacaktı.
Peki neden?
Fetullahçılar’ın İran alerjisinin tek sebebi, İran’ın “Şia” olması mıydı? Gözünü karatmış bir gurup emniyetçinin; sahte belge ve deliller uydurarak “İrancı örgüt” gayretkeşliği neye hamledilirdi ki?
Fetullah Gülen’in komşu ülke İran’a karşı düşmanca yaklaşımı; hatta bir sohbetinde söylediği “Cennet’in yolu İran’dan geçse, başka bir yol var mı diye sorarım” ifadeleri, polis içindeki Fetullahçıların ana motivasyonu olabilir miydi?
Evet tabii ki olabilirdi.
Öte taraftan asıl gözden kaçırılmaması gereken nokta; Gülenist yapı, meşruiyetini Anadolu’nun saf temiz Müslümanlarından almak istese de desteğini Amerika’dan alıyordu. Özellikle sınır ötesindeki faaliyetlerinde önlerini açan güç, ABD ve onun istihbarat örgütü CIA’ydı (Şunu eklemeliyim ama: Bugüne gelindiğinde Gülenist guruba uygulanan asimetrik cezalandırma, onlara “Amerika bizi desteklese bunlar başımıza gelirmiydi hiç?” sorusunu sordurtuyor. Cevap şöyle; evet Amerika tam da bu. Yenilenin yanında durmaz anında güçlü ile ittifak eder).
Amerika-İran ilişkisi 1979 İran Devrimi’nden sonra mâlûm. İki düşman ülke.
İşte bu sebeple Fetullahçı yapı, Amerikan desteğinin sürmesi için İran düşmanlığı yapmalı ve bu düşmanlığı da Türkiye’de diri tutmalıydı.
90’lı yıllarda Türkiye’de işlenen siyasi cinayetlerin arkasında İran’ın olduğuna dair pompalanan haber ve yorumlar, toplumu “İran düşmanlığı” adına bir kıvama getirmişti. Bahriye Üçok, Turan Dursun, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı suikastlerinin faili İran olarak görülüyordu. Tabii ki İran’ın Şii yayılmacılığı ve rejim ihracı politikası, operasyoncuların ellerini güçlendiriyordu.
SELAM TEVHİD NEDİR?
“Selam” adıyla haftalık bir gazete vardı Türkiye’de.

“Tevhid Gurubu” adıyla bilinen bir gurup vardı. Yine 90’lı yıllardan bahsediyorum. İşte bu Selam Gazetesi’ni, Tevhid Gurubu çıkarıyordu. O yıllarda cemaatler ve bu tür gurupların güçleri nisbetinde çıkardıkları, dergi ve gazeteler vardı. Hala da var!
Tevhid gurubu o dönem “İrancılar” olarak anılırdı. İran Devrim’ini destekliyorlardı. Türkiye’de de benzer bir devrimin hayali peşinde olanlar da vardı mutlaka içlerinde. Kafalarında aynı hayali büyüten başka guruplar ve isimler de vardı o dönem Türkiye’de.
Geleneksel cemaat ve tarikatların dışında kalan mezkûr yapılar “Radikal İslamcılar” diye tesmiye edilirdi.
Bir “Cemaat” sayılamayacak kadar küçük; daha çok büyükşehirlerin üniversite çevrelerinde örgütlü ancak çoğunluğunun kökeni Anadolu kentleri (Doğu Karadenizliler çok bulunmazlardı o guruplarda) olan, yaşları 20-40 arası gençlerden mürekkep guruplardı. “Kemalist Rejim”i devirmek en büyük ülküleriydi.
“Radikal İslamcılar” onlara dışardan yapılan isimlendirmeydi. O detayda birbirinden ayrışan ancak temelde birbirine çok yakın fikri zeminde yürüyen gurupların farklı isimleri vardı. Çıkardıkları dergilerin adlarıyla anılırlardı. “Selamcılar”, “Tevhidçiler” “Değişim Çevresi” “İktibas Çevresi” “Mealciler” “Yeryüzü Çevresi” vs gibi.
Türkiye’deki büyük cemaat ve tarikat yapılanmalarından iki noktada çok net ayrışırlardı.
İlki; siyasal tercihlerdeki ayrışma. “Radikaller” uzun yıllar oy kullanmadılar çoğunlukla. Millî Görüş partileri dahil oy vermezlerdi. Kendilerini “sistem içi” görmez, İslamcı siyasete de “Kemalist sistem”in yeşil tonu olarak bakarlardı. 2007’lere kadar AKP’ye de oy vermediler.
İkinci ayrışma ise; İslam’ı “algılama” noktasında kendini gösterirdi. İnanç ve onun tatbii ki, cami cemaati ve geleneksel yapılar ile radikaller arasında zaman zaman “tekfir”e varan keskin tartışma konularıydı. Radikaller, adı geçenlerin aksine “İslam’ın içtihat kapılarının kapalı olduğu” fikrini kabul etmiyorlardı. İslam, dinamik bir din; her çağın sorunlarına söyleyecek sözü olan bir inançtı. Bin yıl önceki yorumlarla, modern zamanlarda dini yaşamak akılla izah edilemezdi, radikallere göre.
Onların “radikallikleri” düşüncedeydi. Eylemde bir yönüyle “pasif direnişçi”ydiler. Başörtüsü eylemlerine bu guruplar öncülük ederlerdi, ki aksiyon aldıkları tek mobilitet burasıydı. Okumak, kendilerini geliştirmek, dünyayı anlamak için yoğun çaba harcarlardı. Sanırım o dönem ülkenin en çok okuyan kesimi onlardı. Cemaat ve tarikatçilerin aksine buldukları her şeyi okurlardı. Cumhuriyet gazetesi ile Ali Şeriati’yi, Freud ile Mevdudi’yi, Klasik Batı edebiyatı ile Mehmet Akif’i aynı anda öğrenci evlerindeki masalarında bulabilirdiniz.
Kim nasıl raporlamıştır, ne demiştir bir yana bu guruplardan hiçbirisi silahlı mücadele yanlısı olmadılar. Silah ve kitlesel şiddete uzak durdular. Münferit aptallıklar ve derin devletin manüplasyonlarını saymazsak kayıtlara geçmiş tek bir silahlı eylemleri yoktu bu gurupların.
İşte Fetullahçıların “Selam Tevhid” diyerek, yukardaki guruplardan tekinin adını başlığa çekmeleri ve teröre istinat etmelerinin temeli budur. (devam edecek)
.
Güven Akıncı, dikGAZETE.com

.