?>

Peri Kızile Çoban Hikâyesi (çeviri 4)

Sami Mert

16 saat önce

Peri Kızile Çoban Hikâyesi (çeviri 4) Orijinal metnini, Marmara Üniversitesinin umûma mahsûs olan Nadir Eserler Koleksiyonu kısmından arşivime kattığım ve herhangi bir sâdeleştirme yapmadan olduğu gibi Latinize ederek, siz, dikGAZETE okuyucularıyla çevirisini paylaştığım, Peri Kızile Çoban Hikâyesi adlı şiirsel üslûpla yazılmış olan bu hoş masal, ileride “Orhon soyadını alacak olan ünlü şâir Orhan Seyfi Bey'in imzâsını taşıyor. Yazarın 82 sene süren hayat yolculuğuna kısaca göz atarsak, orta öğretimine, Beylerbeyi Mekteb-i Rüşdîsinde başlamış, 1909'da Mercan Mekteb-i İdâdîsini ve 1914'de Dârü'l-fünûn'da Hukuk Fakültesini bitirmiş ve Meclîs-i Mebûsanda mêmûrluk vazîfesinde bulunmuş; lâkin şaşırtıcı olmayacak şekilde esas tutkusu yazmak olduğu anlaşılan Orhan Seyfi Bey, bu tutkusunu tâkip etmiş ve devlet mêmûriyeti esnâsında Güleryüz ve Tasvîr gibi muhtelif mizâh ve edebiyat dergilerinde fıkralar yazmış. Bu tür yazılarını hem Mütâreke senelerinde hem de Cumhuriyet devrinde, Türk Kadını, Şâʿir, Servet-i Fünûn, Büyük Mecmûʿa, Yeni Mecmûʿa, Aydede, Milliyet, Tan, Ulus, Zafer, Son Havâdis gibi çeşitli dergi ve gazetelerde yılmaz bir hevesle sürdürmüş. 1946'da Cumhuriyet Halk Partisinde milletvekilliği yapmış, 1950'li senelerde siyâsî mücâdelesini Demokrat Partiyi destekleyen Zafer ve Son Havadis gazetelerinde sürdürmüş ve 1965'de Adalet Partisinden milletvekili seçilmiş olan Orhan Seyfi Orhon”, yaşamına, antoloji, biyografi, siyâsî, mizâh ve hiciv, hikâye ve roman türü eserler ve şiirler sığdırmış ve 1972'de Istanbul'da yaşamını yitirmiştir. Aşağıda paylaşmış olduğum çeviri, Peri Kızile Çoban Hikâyesi'nin, sermuharrirliğini,” yâni başyazarlığını, Halide Edîb'in yaptığı ve zamânının meşhûr yazarlarına kapılarını açan Büyük Mecmûʿa adlı edebiyat dergisinin çatısı altında 1919 senesinde yayınlanan versiyonudur. Kelimeler, bilhâssa Orhan Seyfi gibi şâirlerin savunduğu üzere, saf ve sâde” bir anlatım dili yaratma çabasıyla yazılmış ve Beş Hececiler adı verilen şiir akımının da têsiriyle, tamâmen serbest düzende kaleme alınan ikili, üçlü, dörtlü, beşli, sekizli, hattâ dokuzlu ve kafiyeli satırlar dikkati çekmiştir. Çeviri ile âlâkalı bir-kaç not düşmek gerekirse; 1, Eski alfabenin yazım kurallarına uygun olarak hemze (ء) ile yazılan fiʾât, dâʾimâ ve neşʾe gibi sözcükler, sol istikâmete bakan kesme işareti (ʾ) ile gösterilirken, ayın harfi (ع) ile yazılan mecmûʿa, ʿilmî, iʿtibâren, tevzîʿi, matbaʿacılık, ʿOsmanlı, bâʿzen, ʿaşk, ʿâşık, ʿakıl, ʿâdet, tabîʿat, bâʿzı, vedâʿ, elvedâʿ ve ʿaff gibi sözcükler ise sağ istikâmete bakan kesme işareti ile (ʿ) temsîl edilmiştir. 2, Osmanlıca yazım kurallarına göre ye harfi (ى), ı” ve i” sesini verdiğinden, bir takım çevirilerde de karşılaşabileceğiniz şartile, vesîlesile ve benzerî sözcüklerde olduğu gibi, eserin adının Peri Kızile Çoban Hikâyesi şeklinde çevrilmesi aslına uygun olacaktır. Orhan Seyfi Bey'in hâtırasına saygıyla keyifli incelemeler dilerim. *** ʾâtı 10 guruş Büyük Mecmûʿa Türkiyenin yegâne resimli, ʿilmî ve edebî mecmûʿasıdır. Sermuharriri Hâlide Edib Hanımdır. Memleketimizin bütün tanınmış muharrirlerinin mecmûʿada yazıları bulunur. Bir Eylülden îʿtibâren daha nefis ve mükemmel bir sûretde intişâr iden bu güzel mecmûʿayı mutlaka okuyunuz. Senelik abonesi 450 altı aylığı 230 otuz üç aylığı 120 guruşdur. Abonelerine bir çok hediyeleri vardır. *** O. Seyfi

Peri Kızile Çoban

Hikâyesi 

پرى قيزيله چوبان

 حكايه سى 

1919-1334

Merkez-i tevzîʿi: Halk Kitabhânesi

Ahmed İhsan ve Şürekâsı

Matbaʿacılık ʿOsmanlı Şirketi

***

Peri Kızile Çoban Hikâyesi

––Ziyâ Gök Alp Bey Efendiye––

Çok eski bir zemânda;

 –Oğuz Hân hükümdarmış–

İşitmişdim «Turân» da

Bir peri kızı varmış.

Bu nazlı peri kızı,

Bu güzellik yıldızı,

Her gönülde bir sızı

Bırakarak yaşarmış.

Issız dağlarda gezer;

Yokmuş izinden eser..

Bâʿzen göründüğü yer

Bir sihirli pınarmış.

Yüzü penbe bir şafak,

Gülse, güller açacak..

Yaşarmış elden uzak;

Dostları çobanlarmış.

Bu kız öyle güzel ki:

Çıldırtır ʿaşkı belki!

O kadar muhayyel ki;

ʿAkıllara zararmış.

Cefâ imiş ʿâdeti;

Hiç yokmuş merhameti.

Sevmeyen bu âfeti,

Sevenden bahtiyârmış.

Vurulurmuş kalbinden,

Bir kere onu gören.

ʿÂşıkları, tahmînen,

Gür saçları kadarmış.

Genclerin yüzü solmuş;

Gözleri yaşla dolmuş..

ʿAşkı bir âfet olmuş,

Bütün cihânı sarmış...

Ulu Hakan, Oğuz Hân;

Bu kızı merâk eder;

Görmek ister yakından.

Çağırtır yanına... Der:

Sevimli kız, güzel kız!

Dağ başlarında, yalnız

Yaşıyorsun; bu neden?

Bu güzelliğinle sen

Bir sihirli güneşsin!

Sevimli kız, güzel kız!

Tek yaratmaz Tanrımız.

Kimseyi tabîʿatde.

Var bir eşin elbette,

Sen de birine eşsin!

Kız böyle tek yaşamak;

Yaraşır mı -hele bak-

Senin gibi güzele?

Gel, karış artık ele;

Neslimiz güzelleşsin!

Kız der ki: Ulu Hakan,

Ben de sevdim bir zemân;

Vaktiyle genc bir çoban

Sevgilimdi, eşimdi;

Yalnızım fâkat şimdi.

Dağlarda bahtiyâr, şen,

Sevişerek yaşarken

Bilmem ki bir gün neden?

Bir söz onu incitdi;

Bana darıldı gitdi.

Ne kendi geldi geri,

Ne duyuldu haberi..

İşte o gündenberi

Hissizim, kayıdsızım;

Tek yaşayan bir kızım!

Hakan –düşünür bir az–

 Der: Bu doğru olamaz!

Senin gibi güzel kız,

ʾimâ böyle yalnız,

Dağ başında yaşar mı?

Kız der ki: Çâre var mı?

Ben bir eşsiz güneşim,

Gösterin nerde eşim?..

Sevenler beni, belki

Şu geniş göklerdeki

Yıldızlardan daha çok.

Fâkat istediğim yok.

İnanın buna siz de:

Bulunmaz içinizde!

Hakan der ki: Ne zarar!

Bulunmazsa da, arar;

Şübheden kurtuluruz.

Sen cevâb ver; buluruz

İstediğini belki!..

Kız der ki: O hâlde peki!

Kimlerse beni seven;

–Haber verin şimdiden–

Deneyim onları ben

Bir sihirli oyunla!

İçlerinden eğer, kim

Cevâb verirse.. Benim

O, olacak sevdiğim;

Ben yaşarım onunla!

Bu haber, dalga dalga

Dağılır ortalığa.

ʿÂşıklar; uzak, yakın

Yollardan akın akın

Gelirler.. Zavallılar,

–Hep birden genc, ihtiyâr–

Kapılıb ümîdlere;

Toplanırlar bir yerde.

Peri kızı, güzel kız;

Ufka doğan bir yıldız

Gibi, yüksek bir gurûr

İçinde gelir, durur.

Silkinince ânsızın,

Değişir şekli kızın:

Kuş olur, çiçek olur,

ʿzı kelebek olur,

Bir gül olur açılır,

İnci olur saçılır..

Bir buluta bürünür;

Bin şekilde görünür...

ʿÂşıkları, hep birden,

Şaşırıb kalır buna.

Bulunmaz cevâb veren

Bu sihirli oyuna.

Kız: «Artık, ne çâre!» der.

Hakana vedâʿ ider.

Ayrılacağı zemân:

Tâ uzakdan bir çoban;

Gözleri dolu yaşla

Halecânla, telaşla

Kuşlar, huzûra girer:

«Ruhsat olursa eğer

talihimi deneyin!

Sormayın; kimim, neyim?..

Bir sevdâ havâsile,

Bir hicrânın yaşile

Aşarak yüce dağlar,

Gezerken diyâr diyâr;

Ânsızın bu haberi

Duyunca döndüm geri.

Bir sevincli duyguya

Kapıldım.. Gönül bu ya!»

Hakan der ki o zemân:

Küstahlık itme çoban!

Bu kız, senin ufkuna

Doğacak güneş değil!

Bir zavallı çobana

Lâyık olan eş değil!

Doğrusu şu teklîfin

Bu peri kızı için

Bir lekedir, bir zuldür.

Kız der ki: O da gönüldür.

İncitmeyiniz sakın;

Ben râzıyım bırakın!

Dururlar kızla çoban

Karşılıklı o zemân:

Silkinince ânsızın,

Değişir şekli kızın:

Kuş olur; uçub konar

Hakanın otağına.

Çoban bakar, ah ider;

O da bu sihri meğer

Biliyormuş eskiden.

Bir kafes olur hemen,

Bu güzel kuşu alır

O ânda kucağına.

Bu birinci imtihân.

Bunu kazandın çoban!

Kuş silkinir ânsızın,

Değişir şekli kızın:

İnci olur bu sefer;

Saçılır birer birer

Hakanın ayağına.

Kafes de her yerinden

Dağılub düşer hemen;

Bir sadef olur, alır

İnciyi kucağına.

–Bu ikinci imtihân.

Adın ne senin çoban?

İnci yanar ânsızın,

Değişir şekli kızın:

Her inci bu sefer de

Bir başka çiçek olur.

Canlanır hemen, yer de

Boş kalan sadefler de

Birer kelebek olur.

Bir yanda, öyle reng reng

Açılırken çiçekler;

Bir yanda, titreşerek

Dolaşır kelebekler..

–Bu sonuncu imtihân.

Tanıdım seni çoban,

Anladım şimdi kimsin!

Sen beni tâ eskiden

Sevüb sonra terk iden

Vefâsız sevdiğimsin!

Bunu artık eyi bil:

Eş olmam mümkün değil

Sen gibi vefâsıza!

Çoban; gözünde yaşlar;

O zemân nakle başlar

Mâcerâsını kıza:

Sevdâ, o bir peridir;

Karar itmez yerinde.

Gönül ki serserîdir,

Dolaşır izlerinde.

Sevdâ, o gizli bir ok;

Görünmez kanatmadan.

Kavuşmanın tadı yok,

Ayrılığı tatmadan.

Ben ki: pek çok ağladım;

Gezdim hicrâna giden

Yolları adım adım.

Beni artık yeniden

Hicrâna atma, güzel!

Yeter ağlatma, güzel!

O her derde tahammül

Gösteren deli gönül;

Kâh ider dünyâya nâz.

Her dakîka bulunmaz

Bir hâlde, bir kararda.

Sevdiği zemânlarda

Gül yaprağından ince!..

Bir sitem işidince

Yaralanır derinden,

İncinir her yerinden.

Bir gündü: yandı içim;

Dağıldı hep sevincim..

«Elvedâʿ artık..!» dedim.

Tahammül idemedim

Bir söze, bir siteme.

Düşün ki: terk itmeme

Yine ʿâşkımdı sebeb!

Serserî, dünyâyı hep

Dolaşdım adım adım;

Bir tesellî aradım;

Bulamadım kimsede,

Bir günâh itdimse de;

Şimdi işit âhımı,

Bağışla günâhımı

Düşdüğüm ʿâşka, güzel!

Sebeb yok başka, güzel!

Deniz geçdim, dağ aşdım;

Hâyli sene dolaşdım;

Bahtım kara, saçım ak;

Ne şekle girmişim bak!

Başımın tâcı güzel!

Hâlime acı, güzel!

Oğuz Hân: Artık yeter,

Bu gamlı sözlerle der

Beni ağlatacaksın!

Şübhe itme ki çoban,

Sevdiğinin her zemân

ʿAffına müstehaksın!

Var mı kızım, sen de bak,

Bir başka eş olacak

Senin gibi güzele!

Elverir bu ayrılık;

Gelin, birleşin artık;

Haydi verin el ele!

Geçsin neşʾe, eğlence

İçinde hep gününüz!

Temâm kırk gün, kırk gice

Yapılsın düğününüz!

İşte: hemen o günü

Başlayan bu düğünü

«Felek» dedikleri pîr

Görünce, girmiş denir

Yeniden bir yaşına!

Bu düğün öyle uzun,

Sevincli bir düğün ki;

Bu, o şerefli gün ki:

Darısı yurdumuzun

Güzelleri başına!

.

Sami Mert, dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI