?>

Banana

Sami Mert

1 gün önce

Banana

Vaktiyle Fransa monarşisini ayakta tutan Capet, Valois veyâ Bourbon gibi güçlü hânedânların tarihini yazmakla vazîfelendirilen edebiyatçılara verilen ünvân, chroniqueur du roi idi, meâlen, “kralın tarihçisi”. Şark dünyâsında şahsen pek sevdiğim adıyla “vakʿanüvis”.

Bir nevî kronik yazarı.

Bu görevi lâyıkı ile îfâ eden “Sainte-Marthe ikizleri”nin, bir diğer deyişle, Scevolé-Louis kardeşlerin, Fransa topraklarını tahakkümü altına almış hânedânların şeceresini kaleme aldığı Histoire généalogique de la maison de France eserinin tarihini tam anımsayamamakla berâber 1612, 1628 yâhût 1647 baskılarından birinde, Portekiz kraliyetinin geneolojisini ya da soy ağacını incelediği kısım göze çarpar ister istemez.

Orta Fransızca olarak yazılan eser, İngiliz-İrlandalı soybilimci Francis Sandford (1630 – 1694) tarafından 1662'de zamânının İngilizce'sine çevrilir. A Genealogical History of the kings of Portugal adıyla tercüme edilen çalışmanın on yedinci faslı, “Hâlihazırda yirminci yaşında olan Kral Sebastian” ifâdesiyle başlar. Bu cümleden yola çıkılırsa, Orta Fransızca baskısının tarihi 1574 olmalıdır.

Sainte-Marthe ikizlerine göre nâm-ı değer imparator Birinci Sebastião, kabiliyetli, cesur ve cengâverdir. Sâhip olduklarıyla yetinmez, son derece berrak bir zafer ister, yeni zenginliklere ihtiyâç vardır, büyük tehlikelerle yüzleşmeden bu gâyenin hayâta geçirilemeyeceğini düşünür ve yakınındakileri dahi dinlemeden, bir gözükaralıkla, Hint diyârına savaş ilân eder.

O yüzyıl, yâni 16. asır, tam mânâsıyla, Portekiz Krallığı'nın altın çağıdır.

Eski lisânla Bahr-i Ahdar (بحر احضر), Portekiz denizi olma yolundadır. Bahr-i nîlî de denir. Ahdar, “yeşil, pek yeşil, yemyeşil” mânâlarını taşır, fâkat eski zamanda su rengi olan mâvi ile müterâdif veyâ eş anlamlı kullanıldığından bahr-i ahdar, yeşil denize değil, aslında mâvi denize teşbîh edilir. Yazı dilinde bu kavramın, meâlen, Hint Okyanusu yerine kullanıldığı mâlûmunuz.

Bu diyâr, donanmalar arasında geçen hâyli çetin mücâdeleler sonunda ilk defâ, hem de her karışı ile, Portekizlilerin denetimine girer. Ayak bastıkları her toprak pâresine birer acente inşâ ederler. Hint diyârından aldıkları tembul fıstığından tutun da Brezilya'dan şeker, tütün; hattâ oduna kadar varan büyük bir ticârî sömürge ağı têsis edilir.

Bu dönemde Hint topraklarının tropik bitkilerini, meyvelerini ve muhtelif hubûbâtı kaleme alan Yaşlı Plinius benzerî pek kıymetli bir “doğa tarihçisi” sahneye çıkar.

Garcia de Orta...

Türlü eziyetler, işkenceler sonunda Hristiyanlığı seçip, İspanya Krallığı'nın zulmünden ailesini ve kendi canını zor kurtaran Portekiz Yahudisi bir ailenin çocuğudur. Sanat ve felsefe okur; ama dâimâ tabiatla ilgilenir. Tıpkı esas adı Karl Hammerschmidt olan, Osmanlı devrinin son dönem bilim insanlarından nâm-ı kıymet Abdullah Bey gibi tabiatın sesine kulak verir. Tek farkları, Abdullah Bey, hayvanların arkeolojisine merak salarken; Garcia de Orta, bitkilerin, meyvelerin yâhût çeşitli yemişlerin doğada bıraktığı izleri tâkip eder. Doğal kaynaklı ilaçları inceler, henüz akademik bir disipline dönüşmemiş olan etnobotanik alanında tedkikler yapar. İslam âleminin âdetâ tüyler ürperten bir terim olarak “tâûn” tâbir ettiği, tropik bölgelerde patlak veren salgınları ve bu illetlerin insanlar üzerindeki yıkıcı têsirlerini yakından gözlemler.

Garcia, aşağı yukarı 50 sene evvel Bâbür Şâh tarafından kuzey bölgeleri tamâmen feth edilen bu devâsa Hint memleketindeki tecrübelerini ve özü kullanılmak sûretiyle ilaç yapılan bilumum bitkileri tüm teferruâtlarıyla Coloquios (Latince colloquium “seminer, toplantı veya görüşme” veyâ Türkçeleştirilmiş hâliylekolokyum”, bir nevî “Müzâkereler”) eserinde anlatır.

1563 tarihli bu nâdide eserde ilk defa “banana” sözcüğü geçer. Böylece, pek çok yeni kelimeyi de Orta Latince'nin söz varlığına kazandırır.

57 münâzaradan oluşan kitabın yirmi ikinci faslı “Areca, Banana” kavramlarına ayrılmıştır.

Areca, Güney Asya'da ve özellikle de Malezya civarlarında yetiştiği –eskilerin tâbiriyle– nûh nebîden beri, yâni çok eskilerden bu yana varlığı bilinen palmiye ya da hurma ağacına benzer bir bitkinin adı. “Malezya cevizi” de denir. Cüsseli bir palmiye çeşidi olmakla birlikte Hint lisânında “supari” (सुपारी) şeklinde anılır.

Banana ise bildiğimiz muz; lâkin Garcia, bu yeni sözcüğü tanımlarken tedbirli davranmayı da ihmâl etmemiş ve vocabulo africano diyerek sözcüğün, bu güzergâhta kullanılan Afrika kökenli bir kelime olduğunun altını çizmiş. Hattâ “banana”yı kastederek “bizler için mânâsı bilinmeyen” (cuja significaçao nos e desconhecida), notunu düşmüş ve böylece, işe, etimolojik bir perspektif kazandırmış.

Kimi kaynaklar sözcüğün, Kikongo'dan, yâni “Kongoca” da denilen, Kongo topluluklarının lisânından geçtiğini söylerken, bâzı linguistler ekseriyetle Senegal'da büyük bir nüfûsa sâhip olmakla birlikte, Batı Afrika'nın muhtelif ülkelerinde pek dağınık hâlde yaşayan bir halkın, yâni Wolofların konuşma dilinden bizlere yâdigâr olduğu konusunda ısrarcıdırlar; ancak bu lisânlar her ne kadar edebî üretim açısından kısıtlı olsalar da en azından sözcüğün Afrika dolaylarından geldiği husûsunda bir elit konsensüse varılmış gibi görünür.

Garcia de Orta tarafından Hindistan'ın renkli ve karmaşık kültürel mirâsında farkedilen terim, böylece onun eseri sâyesinde Batı dünyâsına girer.

Peki, “banana”, Türkiye Türkçe'sinde niçin “muz” terimi ile karşılık bulmuş?

Onu da kelimeler evrenindeki yolculuğumuzda sonraki yazıda işleyelim.

.

Sami Mert, dikGAZETE.com

Kaynakça

Garcia de Orta, Coloquios dos Simples e Drogas da India, Imprensa Nacional, Lisboa, 1891, p.336-7;

Neil Kenny, Born to Write: Literary Families and Social Hierarchy in Early Modern France, Oxford University Press, UK, 2020, p.67-68.

Scévole de Sainte-Marthe and Louis de Sainte-Marthe, A Genealogical History of the Kings of Portugal, translated by Francis Sandford, printed by E. M. (Edward Mottershed), 1662, p.76.

YAZARIN DİĞER YAZILARI