USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Vebaliniz büyük!

01-07-2020

Çakma salgına maske avukatlığı yapan şuursuzluğa KISA ve NET tekrar:

Nosebo etkisi: Telkin edilen inançla hastalık veya hatta ölüm. KORKU.

Plasebo etkisi ise aslında nosebo etkisinin geçersiz kılınarak esasında MÜKEMMEL olan bedenin, doğal işlevine izin vermektir. İTİMAT.

Lütfen, maskenin 'plasebo etkisi' oluşturacağı ve en azından bu sebeple bir şekilde koruyacağını düşünebiliyorsanız, öncelikle nosebo etkisini ortadan kaldırmayı deneyin. 

Bu olgunun tabiatına aykırı bu düşünce. 

Maskeyi sürekli korktuğu, korkutulduğu için takıyor.

Sürekli fiziki bir etki ve de üzerine durmaksızın 'nosebo etkisi' taarruzu altındayken bu çok ilginç olurdu.

Bu bakış açısının, asıl mesele olan nosebo etkisinden haberi olmayabilir sadece. 

Olmayan salgın korkusu yayılıp, maskeyi plasebo olarak da tanımlamak tuhaf. 

Plasebo etkisi” denen de bu değil aslında. 

Bu, çakma bir sorun icat edip çakma bir 'çare' bulmaya benziyor. Basitçe, zihniyette, duygusal alanda ve fiziki dünyada sorunu çıkarma veya bunu uzatıp sündürme yeter. 

Bunların etkinliğini biliyorsan, iyileşme için, tetikleyici inanç veya fiziki etkileri ortadan kaldırmaktan veya bunları geçersiz kılacak telkini vermekten başka hiçbir şey yapmana gerek yok bu alanda.

Bedeni etkileyen telkini veya tetikleyiciyi ortadan kaldırdığında işini herkesten iyi bilir:

Gölge etme başka ihsan istemez.

KORKU İMPARATORLUĞU

Çoğu kişi 'Korku İmparatorluğu' denilen egemenlik tahakküm tekniğini ve araçlarını Naziler’in Göbels'i icat etti sanır.

Sadece kararlılıkla kullanmıştır ve sonradan dizini çok döven Alman halkı da bir güzel yemiştir.

Yemeyenleri de ihbar ederek.

Hatta havalara girip bazı durumlarda bizzat kendileri susturarak. İşte bu kısmı, tarihten özenle ders alınası..

Şuursuz fanatiklikle veya korkuyla, bilinçdışı gaza gelmeler!

Aslında şuurla zerre bilmedikleri, tanımadıkları için; sevdiklerini, tanıdıklarını, komşuyu, eşi dostu yemleme harcama fırsatçılığı hiçbirini de bir yere götürmemiş emin olunuz. 

Kimi korkudan, kimi fırsatçılıktan, kimi kendini 'bilinçli' doğru yapıyor sanan işgüzarlıktan, kimi de sırf BOŞ İNANÇTAN.

Çıktıkları sonuç aynı yer, bunlarla sıralarını ötelemişler sadece.

Başlangıçta özel güvenlik ve kolluk gücü yetkileri verilmiş, "en sadık" piyonlar bile, güçlendiklerinde tehdit olarak görülüp sessizce halledilmiş.. Artık çok şeyler bilenler de elbet...

Piyon piyondur, satranç bilene anlatmaya gerek yok herhalde. Ön safa sürülüp, ilk gözden çıkarılan. 

Arkalarındaki kuklacı ‘şahlar', 'vezirler' ise ortalık temizlendiği vakit, 'ganimetleri' paylaştıktan sonra, oturup hep beraber eğleneceklerdir sadece.

Son dönemlerde Türkiye'de net olarak gördük bunu. 

Tüm bedelleri, belki de hiçbir halttan haberi olmayan ve kendisini insanlık için çalışıyor sanan taban ve aileleri ödüyorken, tepelerdekiler ve asıl parayı götürenlerin çoğu ise bir milim yerinden kıpırdamadı.

Piyon kandırılınca da olmuyormuş! 

Dikkat edeceksin yani; Senin kandırılmaya da hakkın lüksün de yok! Daha iyisi, en iyisi hiç kimseye piyonluk filan yapma. Bırak bu işleri! Aslında ŞİRK de denir buna.

HAKsa HAK sadece!

Her hal, her AN kendi içinde eşsiz ve benzersizdir ve bir daha başka bir anda tıpatıp aynısı olamayacaktır. Olursa da kendisi oluyor zaten.

Muazzam değil mi?

Her ANın sonsuz olasılığı.

Ve hepsi ŞİMDİde!

Bir insan zihniyetinin aklı bunları alabilir mi?

1- Bildiklerini bildikleri;

Ki bunu da tam olarak bildiğini söyleyemez yukarıdaki sebeple. Tam olarak hiçbir şey bilinemez. Sadece O şimdideki hali bilinebilir ve bunun da sonsuz olasılıkta olasılığı söz konusuysa, esasında bu hüküm O an itibarıyla hükümsüz de kalmıştır.

Bilgi ile beceriyi de karıştırmayalım. Türkçe konuşmak bir beceridir. Kelimeler bilgi.

Türkçe bir metin okuyorken sözlüğe bakabiliyorsam... Çeviri yaparken, anlamın tastamam idrakinde olup diğer dilde yakın bir ifade bulamıyorsam...

2- Bilmediklerini bildikleri.

Ki bunu bilmek için 'bilmediğini' bilmesi lazım, sadece ‘zoom-in’ yapmadığını, ayrıntılarına hakim olmadığını ifade ediyor.

"Finans, bildiğim bir konudur" dersem, bu haliyle hem doğru hem yalan olur misal. 

Bakana bakar.

Bu "Bakana bakar" meselesi de aslında birçok konuda dile getirilen teorilerde genellikle ilginç bir şekilde hiç hesaba katılmayan unsurdur. 

Bakan yoksa, yoktur o anlamda. Asıl, yok yoktur belki bu apayrı..

3- Bilmediklerinden haberi dahi olmayanlarlar.

Ki bu aslında küçük bir dilim sanılabilir. Halbuki ilk ikisinin toplamının bile bunun yanında esamesinin okunabileceğini sanmıyorum. 

Zoom-out’ olanlar. Sonsuz olasılık deryası...

Şimdi soruyorum.

Gerçekten bilmek için hangi şıkka başvurmalı?

Bilmek için önce bildiklerimizden, sabit fikirlerden çıkmak gerekiyor gibi ilginç bir sonuç da çıkıyor buradan malum.

Hepsinde birden olamıyorsun. Ama ‘zoom-in’ yaptıklarında ‘zoom-out’ yapıp ŞİMDİde dinleyebilir, sadece ŞİMDİde HİSsedeBİLİRsin.

Dolayısıyla BU (?) hayat hakkında tek bilecek olan kendinsin.

Kimse hiç ama hiç kimse, senin şahitliğini yapmadı. Kimse hiç ama hiç kimse senin yaşamını yaşamadı...

Keramet başkasında olamaz! 

Kerameti başkasında aradığın sürece alacağın tek şey kerametin başkasında olmadığı dersi olacaktır.

Kimse senin yerine uyanamaz! 

Kimse seni uyandıramaz! 

Hafiften düşünmeye sevk edebilir. 

Dürtebilir sadece. 

Onda da, karşılaştıysan sormuş merak etmişsindir mutlaka...

Tarihe bakılırsa yüzyıllardır süregelen bir mesele de bu. 

O sebeple de; kendin dahil hiç kimseyi ne ilmi, ne bilimi, ne diploması, ne soyu-sopu haklı çıkarır burada.

Sahi, öğretilenleri kim öğretti?

Öğreten kim?

Aklına aracı koyduğun kim sahi?

"Akletme, araştırma, kafanı yorma, sadece bana inan, İNAN, olay bende rahat ol" diyen kim sahi?

Akletmemek, biat, aracı, senin yerine düşünen, senin yerine yapan!.. 

Senin dininde, bu yazar mı sahi?

Ve bilinçli bir kitlenin piyonla, biatla işi olmazdı ya, bilinçliliğin kendisi bile alt-üst edilmiş.

Bu “nosebo-plasebo” konusu da aynı sebeplerle alt-üst edilerek algılatılıyor belki de;

Plasebo etkisini, sahte bir hastalık için uygulanan sahte ilaç sanıyor sadece.

“NOSEBO ETKİSİ”NDEN BAHSEDENİ İSE ARA Kİ BULASIN!

Üstelik bunlar tıp literatüründe de yer alıyorken, ortalıkta dönen dolapların, insanların hayrına - iyiliğine yapıldığını kimse iddia etmesin. Kendine ne diyorsa desin!

Seni düşünseydi:

'Hastane' değil, ŞİFAHANE derdi.

'Hasta' değil, DANIŞAN derdi.

"Çaresi yok!” değil, "Çaresini biz bilmiyoruz!..” derdi.

"Tek çaresi bu!” değil, "Çarelerden biri bu!” derdi.

"Çaresizsiniz" değil, "ÇareSİZSİNİZ" derdi.

Kimse hiçbir konuda 'müneccimlik' yapamazdı.

Kimse hastalıklar tanımlayıp, bunlara da 'ilginç' tedaviler icat edip, sana bir kağıt imzalatıp, bunun tüm sorumluluğunu da sana yükleyemezdi.

Sular seller gibi döktürüyorken, bir süredir yazamıyorum. 

Niye SOR?!

Ortalıkta dönen akıllara ziyan saçmalıklara kibar kibar yazamıyorum artık! 

Küfretmek geliyor içimden!

“Bizim memlekette HAİNe HAİN denir”,

“Bizim memlekette SATILMIŞa SATILMIŞ denir…” gibisinden türlü türlü bağırmak istiyorum!

Sokakta ve özel alanımda maske takmıyorum, çünkü komplo teorilerine inanmıyorum.

KOMPLOnun PROPAGANDAnın dibine çekilmiş; gelmiş bana 'komplo teorisyeni' diyor.

Aklını başkalarına kullandıran ŞİRK içinde; "Başkalarını düşünmüyorsan da Allah'tan kork!” diyor!

Hani "ALLAH'IN VERDİĞİNİ SADECE ALLAH ALABİLİR”di?!

ALLAH” mı demiştin?

AKIL vermiş, FİKİR vermiş, ÖZGÜR İRADE vermiş: KENDİN KULLAN!

Zahmet edip kendin hesaplar ve araştırırsan BASİT BİR HESAP da yani:

Açıklanan mortalite oranı, hiçbir koşulda öldürücü bir salgına işaret etmiyor: Türkiye ve dünya oranı “0,005” (!) düzeyinde!

"E insanlar ölüyor, doktorlar ölüyor ama!"

İnsanlar ve doktorlar önceki senelerde hiç ölmüyordu da çünkü...

Aç, resmi açıklamalarla her sene bildirilen ölüm sebeplerine ve oranlarına da bak, maksat SAYMAKSA. 

Veri” dediğin sadece ve sadece söylenen gösterilen, SAYI, İSTATİSTİK veya TABLOLARSA da KONTROL GRUBU diye bir şey var herhalde.

OLAYIN TAMAMINDA, 'BİLİMSEL' OLDUĞU SÖYLENEN attırık 'BULGULARIN' KONTROL GRUBUNU BULUNUZ!

Sahi bu 'kontrol grubu’nun bilimsel bir bulgu için elzem olduğunu bize ilkokulda mı öğretmişlerdi, yoksa ortaokulda mı?

Ölü sayıcıları!

Önceki senelerde SAYIP GÖSTERMEDİKLERİNİ, BU SENE SAYIP GÖSTERİYORLAR sadece. 

HEPSİ BU!

Açıklanan resmi veriler, oranların önceki senelerden düşük olduğunu gösteriyor hatta!

Ve hal böyleyken;

Muhalefet kılıklılar da farklı telden oynuyor: 

Misal; Yılmaz Özdil bir söyleşide diyor ki;

"Çok daha fazla insan ölüyor, saklıyorlar!

Neye dayanarak, nereye gitmiş bakmış, hangi belgelerle bilmiyoruz.

Düşün bir; 

O kadaaaaar sosyal medya kullanıcısı, her şeylerini paylaşmaya meraklı ama birinci elden paylaşılmış ikna edici hiçbir şey yok! 

Bunu merak edip, bildiğim dillerde araştırdım…

YOK!

Hiçbir yerde YOK! 

Bu yok ama yakınlarına dair çok ilginç konular paylaşanlar ise çok.

Bir ilkokul çocuğu bile sözde önlemlere güler. 

Ortada bir salgın filan olmadığını idrak edebilir ama bu; "Önlemler yetersizdi, ellerine yüzlerine bulaştırdılar, onun için gerçek ölü sayılarını açıklamıyorlar!..” diyor.

İşte bunlar da hep tatlı su muhalifi.

Nereye niye bakıyorsa artık, apaçık ortada duranı hiç dile getiremiyor hiçbiri:

"SALGIN FİLAN YOK KARDEŞİM!.. MEMLEKETİNİZİ, KENDİNİZİ, ÇOCUĞUNUZU SEVİYORSANIZ ALGI YÖNETİMLERİNE GELMEYİN!..”

BAĞIMSIZ hekimler, kendilerini paralıyorlar, onlara ise hiç yer veren, dinleyen, dinleten yok!

Üzgünüm, KRAL ÇIPLAKSA, muhalefet de ÇIPLAK, medya da ÇIPLAK artık!

Hep beraber elele çırılçıplak, göstere göstere dolaşıyorlar. 

Al birini, vur ötekine. 

DANIŞIKLI DÖVÜŞte ALAYI...

Hele satılmış MEDYAYA, satılmış PİYONLARINA ne demeli!..

VEBALİNİZ ÇOK BÜYÜK!

İdealist geçineni, yancısı hep bir ağızdan ezberci papağan.

En hafifinden ya fırsatçı ya cahil veyahut bili-bili uşağı. 

“Gel bili-bili… Git bili-bili…”

Ya durmadan 'felaket senaryoları' anlatanlara ne demeli?!

Bunların çoğu uyarı değil! 

Bunlar da sinsi bilinçaltı programlama teknikleri.

Ortaya çıkanlara alıştırma, bunları meşrulaştırma, bunlara duyarsızlaştırma da.

“”Cak-cek… Bak görürsünüz!.. Dediydi demiştiniz!..” ifadelere bak!

Bunlar da piyon herhalde, zira o kadar akıllı geçinen, bunları tek gerçek gibi algılatamaz!

Veya derdi ki;

"Arkadaş bunların planı bu, beslendikleri de İNANCIMIZ!

Şuursuzca ortaya çıkan KORKU gibi 'negatif' diye ötelediğimiz DUYGULARımız.

Kitlesel ‘zoom-in’ odağına, korku gibi uç duygusallıkta bekletilerle odaklı kaldıklarına çok çok dikkat et!

Yoksa deli gibi; filmlerde, çocuk çizgi filmlerinde, müzikte, edebiyatta, bilim hainlerinin dilindeki propagandalarda, söyledikleri ve gösterdiklerine inanmamız için bu kadar kendilerini yırtmazlardı.

Bir tek bunlar ve bunlara hizmet edenleri konuşturup kalan herkesi susturmazlardı.

En büyük işleri güçleri, kitlesel sinsi bilinçaltı programları yapmanın yollarını araştırmak olmazdı.

Bunlar, gücünü sadece senin inancından alır. Basitçe İNANMA! Duygusal olarak bağlanmayı kes! 

Neyle muhatap olduğunu bil sadece.

Yaptıkları tek şey, ortaya çıkardıklarını meşrulaştırmanın yollarını aramak. 'Kurban rolleri' dayatmak. 'Çaresizlik' kurgulamak. Senden ve hatta Allah'tan büyük bir güç tanımlamak.

Neyse ne! 

Hepsi sadece bir olasılık.

Bu masallara gelmeyelim!

Hatırlayalım! 

Matematiğe, ilme-bilime göre net: Her ANIN SONSUZ OLASILIĞI söz konusu.

Bunları sadece teşhis olarak görün ve YENİ BİR SEÇİM YAPIN! Her şey mümkün madem...

Artık sadece ne istediğinizi düşünün, hayal edin ve duygusal enerjinizi bunlara yönlendirin!

Şimdiye ve mümkün olduğu kadar çok neşeye, sevgiye, birliğe odaklanın.

Bunların gösterdiği hiçbir şeye inanMAyın!

Manipüle edilen inancımız ve çalınan bunun ortaya çıkardığı 'negatif' diye ötelediğimiz duygusal enerjimiz. 

MERKEZDE, AHENKTE, KENDİNİZİ KABULDE KALIN"

Samimi ve gerçekten uyarıcı olsalar bunları da ifade etmeleri gerekirdi yoksa...

Bilinçsizce yapıyor da olabilir elbet. 

Dilerim herkes bir an önce kendine gelsin.

Nerede O eski, sahaya çıkan, gerçekleri araştıran söyleyen, tarafların hepsini dinleyip süzgeçten geçiren, akleden gazetecilik ve yayımcılık!

Hepsi, görev icabı herhalde, bir yerlere dolanmış, sarmaş-dolaş başkalarını da içine çekiyor sadece. 

Tek yaptığı bu!

Sahi neyin peşindesiniz?! 

İletişim devrindeyiz artık. 

Biz sade vatandaşlar, oturduğumuz yerden senin gösterdiğinin çok çok ötesini, bir-iki aramayla buluyoruz zaten; olay buysa!..

Ezber tekrarlarını, siyasilerden de duyuyoruz mesele buysa.

Bak, alakası bile olmayan insanlar, farklı ülkelerden kendi haberleşme platformlarını kurdular ve birbirlerine hayatın içinden GERÇEK HABERler veriyorlar artık. 

Neden?

İhtiyaç doğdu. 

Benim gibi: "Bunlar gerçek olamaz. Çok tutarsız" diyen milyonlarca insan, tak diye bir araya geldi ve ellerindeki tüm bilgiyi bulguyu paylaştı. 

Hiçbiri basında, medyada yer almadı.

Bilinçli hiç kimse gazete okumuyor, hepsi televizyon haberlerini de kapatıyor artık!

Kendi kendinize çalıp oynayın!..

Canınız istiyorsa maske de takın, ve lütfen BAŞKASINA KARIŞMAYIN!

Düşünemeyen, ezberci, kopyacı kesimi de gazlamayın!

CAN da benim, CANAN da!

Bu vesileyle anladık ki;

Asıl mesele, yalanları söyleyenler değil, çeşitli sebeplerle bunlara inanmayı marifet sayanlar.

Asıl mesele 'cahiller' de değil, cahil 'bilinçliler', ‘okumuşlar'!..

Bunların çoğunun 'cahil' dediği kesim, şu ortamda çok çok daha bilinçli duruyor sanki: "İnanmıyorum artık abla… Ben inanayım desem, kalbim inanmıyor!..

Kafa saçma-sapan bilgilerle dolu olmadığından 'hissi kablel vuku' sezebiliyor en azından...

Pazar günü de sokağa çıkma yasağı varmış! 

Televizyon seyretmediğim için haberim yok. Bir de üzerine maskesiz sokağa çıkmışım.

Anlaşılan, İSTİKRAR da öğretmemişler hiçbir alanın fakültesinde. Bir öyle, bir böyle, bir şöyle atmasyon dengesiz tahakkümleri de 'önlem' sanıyor millet.

Bir kafenin dışındaki küçük bir masada maskesiz iki genç oturuyor. Etraflarında da mekandan üç kişi.

Soru sorduğum sırada gençlerden biri araya girdi:

- Maskenizi takın!..

- Tostu da mı maskeyle yiyeceğim!

- Sokakta maskesiz gezmek yasak!

- Siz niye takmıyorsunuz? Siz orada maskesiz böyle yakın muhabbet ederken bulaşmıyor da, ben sokakta tek başına yürüyorken 3-4 metreden mi zıplayıp bulaşıyor yani?

Sesini yükselterek dikleniyor:

- Hanfendi maskenizi takın lütfen?!

- Yazıklar olsun! Olmayan salgın uydurup insanları ne hale getirdiler! Allah'ın verdiği nefesime tahakküm edenin, edene uşaklık edenin aldığı her zerre nefes haram zıkkım olsun! Zerre hakkımı emeğimi helal etmiyorum!..

Derken arkamı dönüp gidiyordum ki;

Polis yeleğini giymiş, maskesizken, maskesini takarken beni durduruyor.

Ne için?!

Sokakta maskesiz geziyorum” diye! 

Şuursuzluğun daniskası!

Emin ol, kendi yüreği bile inanmıyordu aslında. HİSSİ KABLEL VUKU.

Üzerime yürüyüp, burnumun dibine kadar gelen kendisi ve bir de: "Benimle konuşurken maskenizi takın!" diye buyuruyor!

- Takamam. NEFES ALAMIYORUM. Alerji hortluyor!

- Maske alerjiniz varsa evinizde oturun! Bakın beni ceza yazmak zorunda bırakmayın, takın şu maskeyi!..

- Niye ya? Hangi kanıtla yapılıyor bu? Hangi hakla! Ortada hiçbir kanıt göremiyorum ben? Siz gördünüz mü?...

Kesip ısrar etti ama algılıyorum, anası yaşında, beyazı çıkmış saçlarıyla terlikle sokağa çıkmış 'deli' bir 'teyze' görüyordu sadece.

- Lütfen takın şu maskeyi artık!.. Beni ceza yazmak zorunda bırakmayın!.. Zor durumda kalıyoruz!

Çok samimi sanki, e-niye az önce memur arkadaşını da: "Koş bak sen de şuradaki kişinin peşinden yetiş!" diye ava çıkarıyorsun bir de o zaman!

Güldüm artık…

- Peki şimdilik, sizi zor durumda bırakmamak için, sizin için takayım bari..

Gözlerinin içine bakarak taktım. 

Takar takmaz, yine bağırarak aynı sözlerle protesto ettim. Arkamı dönüm, birkaç adım attıktan sonra da maskeyi çıkarıp göstere göstere yine elimde sallayarak gittim. 

Halim de pek normal sayılmayacağından; "Delirmiş herhalde!..” diye de uğraşmak istemedi sanırım...

İnsanların son birkaç ayda maruz kaldıkları, akıllara ziyan muameleyle 'sağlıklı' kalacaklarını sanmıyorlardı herhalde.

Şahsen ben 'sıyırdım' sayılır!

Açık ve Net.

Kafelerde, sivil kılıkta, maskesiz oturup, yoldan maskesiz insan nefesinin peşindekiler, kovalayan polis, yerinden kalkıp bakın neler neler yapamıyormuş:

Kısa bir süre önce kızım, Mecidiyeköy'ün göbeğinde, ‘ATM’ ve dolayısıyla en fazla kameraların bulunduğu bölgede yürüyorken, saçma bir şekilde saldırıya uğruyor. 

Kalabalık bir grup gencin toplandığını görünce, bir olay çıktı sanıp bakmış sadece. 

Bunların kafası kırıktı herhalde, arkasından "Ne bakıyon, yan baktın…” ayağına bağırmışlar. 

Kulaklık sebebiyle duymamış.

Koşarak gelip arkasından saldırmışlar. 

Darp edip tartaklamışlar. 

Ciddi bir olay yok” dersin de tırnağı düşüyor şu sıralar. Adli tıptan rapor alıyor ve şikayet ediyor.

Aldığı cevap ne dersiniz?:

"Sabıka kayıtlarından bir şey çıkmazsa, kameralardan filan zor iş, bir şey çıkmaz!"

Yıllar önce yaşanmış ciddi bir olay sonrası aradığım, olay yeri inceleme memuruyla konuşmayı hatırlattı:

- Neden kimse gelmedi? Bu konularda bir araştırma yapmıyor musunuz?

- Apartman girişinden bir şey çıkmaz!

- İyi de ifadeye göre, durduğu söylenen yer, herkesin gidip özellikle elini süreceği bir bölge değil ki?!

- Hanfendi bizi yormayın, bir şey çıkmaz. MALZEMEMİZİ ZİYAN ETMEYE DEĞMEZ!

Yanlış anlaşılmasın!..

Söz konusu mağdur, 8 yaşında bir çocuk yalnız.

Anlaşılan kameralar, malzemeler, ekipler de hep sana karşı kullanılmak için.

Kadın sokakta şiddet görüyor…

"Şikayetçi misiniz?" diye soruyorlar. 

Kardeşim! Eşi bile olsa alıp götüreceksin! Evinde şiddet gören birine bunu, failin yanında sormak da neyin nesi!

Çocuk şiddet görüyor…

Ona "Şikayetçi misin?" diye soran da yok nasılsa: 

"Bir kereden bir şey olmaz canım". 

Çocuk yaşta evlendirilir: Yasa hükmünde "Küçüğün rızası.." filan...

Hızımı alamadım.

Emniyetin web sayfasını açtım. 

E-Postalarına döktürdüm de döktürdüm…

Neler neler geldi aklıma…

Biraz komik de buldum aslında hali ama kendimi durduramadım da. Ve ekledim:

"Anlaşılan o ki; ‘Başınızın çaresine kendiniz bakın’ diyorsunuz. Eyvallah, bu konular için bir daha kimseden adalet dilenmeyeceğim."

Sadece "Bu hale getirenler utansın" diyeceğim o kadar!

Uyarıyorum!..

Oksijen eksikliği, geçici 'delilik' benzeri belirtiler ortaya çıkarıyor herhalde.

'Deli deliyi görünce' olayına dönmesin sonra ortalık.

Bir de delilik yarıştırmayalım yani.

Tüm bunlar benim dayanma eşiğimi çoktan aştı; "Saldım çayıra mevlam kayıra" ayarındayım.

"Böyle yaşamak istemiyorum!” afedersiniz, getirilmeye çalışıldığımız nokta da tam olarak budur.

Düzeltiyorum:

Hem ÖZGÜR hem SAĞLIKLI YAŞAMAYI HAK EDİYORUM.

Bu hakkı ALLAH vermiş, başka kimse de alamaz!

Herkesin ÖZGÜRLÜĞÜ de kendine. 

Başkalarının alanına tahakküm gibi bir özgürlük yoktur. Buna 'zorbalık' denir.

Ceza tehditi mi?

Ödemiyorum!

Varsa sen bana ver…

Şükürler olsun birikimliyim donanımlıyım, ihtiyacım yok da; resmi açıdan, sigortasız, işsiz, emekli yaşında emekli olmayan ve de bekar bir kadınım. 

Bana sordun mu ki; "Halin nedir?

Etkilenmesine biz de çeşitli açılardan çok etkilendik bir şey istemedik; Bir de üzerine NEFES HAKKIM için para mı istiyorsun yani?!

Bu da bedelli askerliğe döndü!.. 

Parası olan yırttı, parası olmayan ‘cepheye’!..” misali!

Parası olan: "Parasıyla değil mi takmıyorum!"

Parası olmayan: "Fenalaştım, eve zor attım kendimi. Ay ceza yazıyorlarmış ne yapayım, yok ki!..

Yani aslında VAROLUŞTAN HAK OLAN ÖZGÜRLÜKLER, bir güvenlik gerekçesi uydurulup, paralı da yapılıyor.

ÖZGÜRLÜĞÜMÜZE dibine kadar tahakküm ettiniz, kuruş kuruş PARAMIZI aldınız. 

Halen daha fazla özgürlüğümüze, daha fazla paramıza göz dikiyorsunuz!

Güya milyonlarca yardım yapılmış; yersen!

Etrafımdaki sigortasız ve işsiz bir kişiye bile "bir ihtiyacınız var mı" diye soran olmamış. 

Birbirine kira, gıda yardımı filan yapıyor hale geldi hukuk devletinin kendinden sosyal toplumu. 

Serbest çalışan, işi süreçte tamamen duran ve başka geliri de olmayan zanaatçı arkadaş:

"Başkalarına değil, her gün kendime küfrediyorum... Bu devlet için aylarca dağlarda yattım. Helal olsun millete de çok zoruma gidiyor. Yardım başvurumuzu da reddetmişler. 

Apartmanı, son model arabası olan, hiç ihtiyacı olmayan bir arkadaşa da, müracaat etmediği halde getirip bin TL vermişler. İnanabiliyor musun?!..."

Ortada değişik bir durum ve aslında hiçbir gerekçe de yokken milleti eve tıkıp, işinden gücünden de ettikten sonra;

Bir de üzerine, uyduruk-kaydırık bahanelerle tahakküm edilen "NEFESİMİ, Allah'ın verdiği NEFES HAKKIMI, VAROLUŞ HAKKIMI, ÖZLÜK HAKKIMI, ANAYASAL HAKKIMI savunuyorum" diye ceza mı yazacaksınız yani? 

Ödemezsek tutuklayacak mısınız? 

Ne yapacaksınız? 

Hepimizi mi?! 

Nereye kadar?!.. 

Ney?!.

NEFESİMİ, EN DOĞAL VAROLUŞ HAKKIMI SAVUNDUĞUM İÇİN Mİ?!

NEFES kırmızı çizgimiz artık.

ORADA BİR DURACAKSINIZ!

TEHDİTLERDEN KORKMUYORUM!

ASIL SİZ, ALLAH'TAN KORKUN!

Günün birinde, bunların hesabı mutlaka sorulur, sorulmasına da muhatap bulabilirsen. Her zaman olduğu gibi aynı yalanı atacaklar belki de: "Ne yapalım, bizden öncekilerin işleri işte. Biz bir şey yapamayız!

Bu millet bir acayiptir, değişiktir, bu milletin ÇILGINLIĞI meşhurdur.

Milleti dellendirmeyin lütfen! 

Bunu mu deniyorsunuz?

Ey MİLLET!

Hangi görüşte olursan ol, duruma bir AYIK lütfen ARTIK.

BİRLİK zamanı!

Ey MİLLET!

Olayın bir salgın, bir maske, bir sağlık güvenliğiyle hiç mi hiç alakası yok!

Ortada apaçık durup duran milli güvenlik meselesini göremiyorsan, sana başka sözüm de yok zaten.

Ne yaparsan yap, yalnız bana ve NEFESİME karışma.

Ey MİLLET!

"Sandıkta görüşürüz" filan da yalan. Baksana hepsi aynı merkezi dogma türlüsü.

Asıl meselen bu:

Küresel tahakkümün merkezi dogması.

Maskesiz dolaşmakta ısrar eden ben değilim, farklı düşünen komşun değil, iş arkadaşın eşin dostun değil...

Sana ayırıp, çarpıp, bölüp gösterdiklerinin hepsi aynı ajandaya çalışır.

Bu konu, hiç mi hiç bu kadar kabak gibi görünür hale gelmemişti.

Halkın da kendi bağımsız adaylarını çıkarması şart artık.

Herkes talip olmalı. Talip olmaya cesaret etmeli.

Eskiden insanlara, “bu alanda söz sahibi olmak, 'yönetmek' için özel bir eğitim, değişik bir özellik, bir zenginlik filan lazım…” gibi algılatmışlar. 

Oysa şu 40-50 yılda neler neler gördük!

İlk algı yönetimi burada: 'Yöneten' değil GÖREVLİ!

Bunlar 'muhalefet' de değil, aynı paket programın işbirlikçileri. Çok beklersin, istifa etme izinleri dahi yoktur o sebeple.

Kendi paketlerinde kalıcı muhalefet rolü için gelirler, paket olarak da giderler. Kendi medyaları ve öne çıkarılan gazetecileriyle de.

Siyasi tarihe bir bak istersen...

Bu şekilde hep 'Seçiyorum' sanmaya devam edeceksin!

Yüzyıllardır, biraz araştırana gayet malum, 'korku imparatorluğu' teknikleriyle tekrar tekrar manipüle edilen halklar.

Yüzyıllardır, bilinçaltları çakma inançlarla, masallarla, mitlerle, filmlerle çıtır çıtır programlanan asıl güç sahibi dev kitleler.

Buna son verecek olan da HALKların kendisinden başkası değil.

Kurtarıcı-murtarıcı gelmeyecek! 'Kurtarıcı' satanlara özellikle dikkat et!

Truva atlarına karnımız tok!

Hiç kimseye bunlar için oy vermedim.

Hiç kimseye bunlar için müşahitlik yapmadım.

Hiç kimseye bunlar için vergi vermedim.

Bu kalıpçı, dogma uşağı, sabit fikirli, dokunulmaz liderli particilik anlayışı ve asıl 'tapınılan' hiç sorgulanamayan 'lider siyaseti' bitmeli.

Oh ne ala! 

Bazı dış tahakkümler gelsin partilerle, partilerin liderleriyle anlaşsın, biatçı kuzular da sessizce peşinden gider yani. Biraz daha ezik olanlara da yetki ve çeşitli araçlar verip, ötekileştirdiklerinin üzerine sürüverirler bitti.

Bu sebeple de konuya uyananları bir tehdit olarak görmezler. Sen de şaşır dur:

"E nasıl açık açık yapabiliyorlar bu kadar?!"

Bu ötekileştirilenler de esasında hiçbir tarafa yakın değilken, bunlar hep kafalarına çakılmış 'öteki' tarafta sanırlar. 

Sen istediğin kadar: "Hey! ne ilgisi var! bunu da nereden çıkarıyorsun!..” diye bağır. 

İnsan, tanımlayamamayı sevmez.

Bilinmeyenden rahatsız olur. 'Değişik' olanı basitçe 'öteki' tanımlı haneye atar...

'Değişikler', bağımsızlar, özellikle böyle algılatılmak istenir.

Sanılanın aksine bunlar, 'muhalefet' sanılan, otomatik pilot danışıklı dövüşü zaten bildiklerinden, çok daha güçlü, donanımlı ve kurulu dogmanın sistemi için 'tehlikelidirler' çünkü.

Asıl meseleyi göremeyip birbirlerine düşürülen halklar; 

İş işten geçince de; bir güzel dizini dövmeyi bilir ama: "Napalım, bilmiyorduk, bize ne söylenirse onu yaptık, kandırıldık ama..."

Ey MİLLET Vekileri!

Partilere, dogmalara değil de MİLLETE Vekillik ettiğinizi görmek nasip olacak mı bizlere acaba?

Ey MUHALEFET kılıklılar!

Demokratik bir hukuk devletini, kim olursa olsun iktidar değil, Görevli MİLLET Meclisi’nin idare ettiğini siz kendiniz algılayamamışsanız halen, nasıl olacak?!

Demokrasi, sosyalizm, kapitalizm, monarşi, adına ne dersen de; Hepsi aynı “Lider siyaseti” çeşitlemeleri. 

Hepsi, uygulandığı haliyle aynı rejim aslında. 

Çatışma yaratmak” için de uydurulmuş tanımlar, eğip bükmeler...

Yoksa GÖREV alanında her gün gördüğü koca hatırlatmayı hiç ama hiç kimse bir an bile aklından çıkaramazdı.

Ey MİLLET Meclisi!

EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR!

.

TANIŞALIM; BEN DE MİLLET.

Hani, artık -meclisin ve- vekilin önünde ifade etmeyi de bıraktığınız MİLLET!

Sahi ne oldu da MİLLET her yerde lügattan çıktı birden bire?!

Sevgili Türkiye Büyük MİLLET Meclisi GÖREVLİLERİ;

Tekrar tanışalım madem; BEN de MİLLET!

Bu AKIL da BEN'im 

Bu CAN da BEN'im 

Bu NEFES de BEN’im.

Sesini duyar BEN'i dinlerim; Sesimi duyar BEN'i dinlersin.

BEN?

BU?

?

.

Sümeyya Demirel, dikGAZETE.com

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Ali
Ali 4 yıl önce
En sonunda o gülen ilkokul çocuğu verecek haberi:)