USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Sultan Abdülaziz’e ait olduğu söylenen iki zabit arasındaki resim kime ait?

21-05-2020

Özet

Makalenin amacı, 2005 yılında yayınlanan "Hatıra-i Uhuvvet: Portre Fotoğraflarının Cazibesi 1846-1950adlı Bahattin Öztuncay'a ait kitapta, Sultan Abdülaziz’e ait olduğu söylenen; iki zabit arasında ve sarıklı, şalvarlı resmin (fotoğraf), Abdülaziz’e ait olamayacağını ortaya koymaya çalışmaktır. 

İkinci Mahmud zamanında, din âlimi ve din görevlileri hariç, devlet hizmetinde yer alacak mülkî idare elemanları için Avrupaî bir kıyafet olarak ceket, pantolon ve fes kabul edildi. Bu tarihten itibaren İkinci Mahmud, çocuk ve torunları yeni kıyafeti kullanmış olup, sarık ve şalvar giymiş olmaları düşünülemez.

Abdülaziz, hal’ edildiği Salı sabahından canına kıydığı Pazar saat 10.30’a kadar Dolmabahçe, Topkapı ve Fer’iyye saraylarında kaldığı beş gün zarfında yanında annesi, kadın efendiler, kalfalar, cariye ve mabeynciler olmak üzere kalabalık bir saray halkı bulunmuştur.

Bu beş gün içinde yaşanan olaylar, Mabeyinci Fahri Bey, Süleyman Paşa ve daha birçok kişice kaleme alınmış olup, kayıtlarda böyle bir resim çekilme olayı yoktur.

Ayrıca söz konusu resmi çektiği söylenen Vasilaki Kargopulo, Abdülaziz’in intiharından asgarî 10 ay 20 gün sonra II. Abdülhamit tarafından saray fotoğrafçısı yapılmıştır.

Giriş

Yayıncı, internet sayfasında; “bu fotoğrafı, ne Mustafa Kemal, ne İsmet İnönü, ne de Şanlıurfa'nın Bıçakçılar Mahallesi'nde sobadan sızan gazdan zehirlenerek 2004'te ölen Kazancı Bedih ve eşi Fatma Yoluk gördü. Çünkü fotoğraf ilk olarak 2005 yılında Bahattin Öztuncay'ın Hatıra-i Uhuvvet: Portre Fotoğraflarının Cazibesi 1846-1950 adlı kitabının 124. sayfasında yayımlandı da ondan. Fotoğrafı çeken kişi, Osmanlı fotoğrafçılığının en ünlü isimlerinden Vasilaki Bey.

Yok, Kemençeci Vasilaki değil, sonradan sarayın resmi fotoğrafçısı da olacak olan Vasilaki, Vasilaki Kargopulo” diyerek kitabı ve resmi, milletin nazar-ı dikkatini celbedecek şekilde tanıtır. (Bahattin Öztuncay’a ait söz konusu fotoğraf için bk. Ek)

Yapılan şey popüler tarihçiliktir. (1)

Yoksa onlar için resmin gerçek olup olmaması pek mühim değildir.

Söz konusu resimle ilgisi olmadığı hâlde, sırf ünlü oldukları için Atatürk, İsmet Paşa ve Kazancı Bedih gibi isimler kullanılır.

Abdülaziz’in kendi canına kıymasından tam 10 ay 20 gün sonra, “24 Nisan 1877 tarihinde başlayan Osmanlı-Rus Savaşı’nda azledilen Abdullah Biraderler yerine, Vasilaki Kargopoulo “Fotoğrafi-i Hazreti Şehriyârî” unvanını almıştır” (Komisyon, 2007: 16).

Benzer şekilde Faruk Yılmaz ve İz Yayıncılık, 2011’de yayınladıkları Süleyman Hüsnü Paşa (1838-1892)’ya ait 1910’da yayınlanan "Hiss-i İnkılâb" adlı kitabın ön kapağına 2005’de yayınlanan söz konusu resmi koymakta bir beis görmezler ve kitabın adını da "Darbe ve Muamma" olarak değiştirirler. (bk. Ek)

Yine aynı şekilde, Millî Saraylar Daire Başkanlığı, 2011’de yayınladığı; ilk defa 1949’da yayınlanan Halûk Yusuf Şehsuvaroğlu (1912-1963)’na ait Sultan Aziz; Hayatı- Hal’i- Ölümü adlı kitabın içine iki zabit arasındaki bu resmi eklerler, eklerler diyorum, çünkü resmin kitapla hiçbir ilgisi yoktur. (bk. Ek)

Askerî hâkim, öğretmen ve müzeci Şehsuvaroğlu’nun kıymetli eserine Millî Saraylar Daire Başkanı Yasin Yıldız, Yayın Kurulu Fahrettin Gün, Dr. Kemal Kahraman, İhsan Kocaman, Dr. Halil İbrahim Erbay, Güller Karahüseyin, Dr. Jale Beşkonaklı, Şule Gürbüz ve Serpil Dede gibi kalabalık bir heyetçe hazırlanan esere; bu resim niye eklenir?

Resmin altına da “Sultan Abdülaziz tahttan indirildikten sonra, arkasında lâubali şekilde poz veren saray görevlileri Mustafa ve Salih Bey’lerle” açıklaması niye yapılır?

Şehsuvaroğlu, “Abdülaziz’in, son zamanlarda saray mensuplarının, başta Mahmud Nedim Paşa olmak üzere vükelânın tabasbusları, idaresizlikleri yüzünden çok mütekebbir, halkı hiçe sayar bir hâl aldığını” söyler.

Halkın, Abdülaziz’in idaresinden hoşnut olmadığını ve Abdülaziz’in son günlerini öldürülme korkusuyla geçirdiğini ve sonunda da intihar ettiğini yazar (Bkz. Şehsuvaroğlu, 2011).

Hal’ sabahı Dolmabahçe’yi kuşatan Süleyman Hüsnü Paşa, “6 Ekim 1875, tenzil-i fâiz kararı ile yaşanan malî iflâs ve bunun resmen ilânı” ile bir taht değişikliğinin zaruretine inanmıştı. Nitekim Abdülaziz’in hal‘ine istibdat usulünün ilgası şartıyla razı olmuştu” (Beydilli, 2010: 89-92).

O, Abdülaziz’i Topkapı Sarayı'na götürmek için Cevher Ağa’ya, “Evlâd ü iyalinden kaç kişi isterlerse hemen beraberlerine alarak teşrîf etsinler. Korkmasınlar ve hayatlarından emin olsunlar, tehlikeden masundurlar. Onların kıllarına gelecek hata için yine bu asker başını koymuştur. Çünkü şahıslara suikast yoktur ve bu hareket bir garaza müstenid değildir, selâmet-i millet arzusundan ileri gelmiştir” (Şehsuvaroğlu, 2011: 103) diyerek, ortalığı yatıştırır.

Sultan Abdülaziz’in kıyafeti hakkında

Sultan Abdülaziz’in atası II. Mahmud, Abdülaziz’in hal’inden yıllar önce “din âlimi ve din görevlileri hariç, devlet hizmetinde yer alacak mülkî idare elemanları için Avrupaî bir kıyafet olarak ceket, pantolon ve fes giyilmesini kabul ederek geleneksel kıyafetlerden vazgeçti” (Beydilli, 2003: 352-357).

“Örnek alınan Avrupa’nın dışında kalan başka bir medeniyet ve kültür dünyasına mensup olan milletler gibi -meselâ Büyük Petro devri Rusya’sında olduğu üzere- reformların ilk izlenimde geniş halk kitleleri üzerinde psikolojik etki sağlayan şeklî tedbirlere II. Mahmud da başvurdu.

Kendisinin kılık kıyafetle ilgili düzenlemeleri bu anlamdadır”.

Bıyıkların ve sakalların uzunluğuna bile karar verilmiştir.

“Askerler için benimsenen ve III. Selim zamanından beri bilinen üniformanın kabulünün ise askerî anlamda görülen çağdaş hizmet ve alınan silâhlı eğitimle ilgili teknik bir zorunluluk olduğu açıktır.

Avrupaî kıyafeti içinde Rus çarı, Avusturya imparatoru veya Prusya kıralından görünüş itibariyle başındaki fes istisna edilirse artık hiçbir farkı kalmayan, resimlerini devlet dairelerine, yurt dışındaki elçiliklerine astıran ve mehter müziği yerine acemice çalınan opera parçalarının bozuk tonlarıyla cuma selâmlıklarında dehşet saçan II. Mahmud’a, Petro’ya “deli” diyen halkı gibi, “gâvur padişah” denilmiş olması, milletlerin mukadderatını değiştiren büyük müceddidlerin ortak kaderi olsa gerektir” (Beydilli, 2003: 352-357) şeklindeki ifadelerle Sultan II. Mahmud’un büyük müceddid olduğu söylenir ve övülür.

Yeni kıyafetin kabulüyle, Sultan II. Mahmud, Sultan Mecid ve Sultan Abdülaziz’in kıyafetleri fes, ceket (sako) ve pantolon olmuştur.

"İbretnümâ" ve Şehsuvaroğlu’na göre son beş günde Abdülaziz’in hiç yalnız kalmadığı görülür ve O’na herkesin içinde zorla sarık ve şalvar giydirilmesi de mümkün değildir.

Mabeyinci Fahri Bey'in ifadesine göre “Abdülaziz giyinerek, palasını sako’sunun altında olduğu halde boynuna astı ve Yusuf İzzeddin Efendi hazretlerini yanlarına alarak (…) dört çifte kayığa binerek Başmabeyinci Mehmet Beyi ve beni dahi kayığa alarak (…) ziyade yağmur yağdığından (…) etrafında muhafazaya memur felikalar olduğu halde Topkapı sarayının iskelesine yanaştık” (Baykal, 1968: 4).

“(…) Cuma günü ale’s-seher Efendimiz arabaya binip Yaldızlı kapıya inerek iskelede hazır ve mevcut olan Sultan Murad’ın veliahtlık zamanında binmiş oldukları beş çifte kayığa binerek Mehmed Bey ile beni ve Sultan Murad’ın Başmabeyincisini alıp”, Fer’iyye dairesi iskelesine vardık (Baykal, 1968: 6).

 “Pazar günü (…) pala kendilerinde olduğundan “pala için sual ederlerse ne emriniz olur, ne cevap vereyim” dediğimde “Allahallah, ne hakları var istemeğe, pala Sultan Selim’in palasıdır” dedi.

Ben dahi “Siz bilirsiniz” deyip kendi rey’ine bırakıp odadan çıktığım anda yanında olan Kalfaların biriyle pala’yı bana gönderip ve ben dahi alırken odadan bana seslenip “al da ver, anın için de bir hakaret görmiyelim” diye buyurdular” (Baykal, 1968: 14).

Böylece Pertevniyal ve Abdülaziz’n izniyle Mabeyinci Fahri Bey, pala’yı, Pazar sabahı sarayın bodrum penceresinden Karakol’da görevli askere verir ve Binbaşı İzzet Bey’in isteği yerine gelir ve saat 10.30 sularında da Abdülaziz kendi canına kıyar (Baykal, 1968: 14, 87).

Öğleden bir saat önce (Saat 12) 19 tabib, Abdülaziz’in na’şını görmeye gelir (Uysal, 2015: 348).

Bu beş-altı gün içinde Abdülaziz hiç yalnız kalmadı; etrafında 300 kadar cariye, kalfa, hazinedar, Başmabeyinci Mehmed Bey, Mabeyinci Fahri Bey, zaman zaman da V. Murad’ın Başmabeyincisi oldu.

Topkapı sarayında kaldığı sırada Sultan V. Murad’a, onun Başmabeyincisi ile iki kez mektup yazdı.

O, böyle bir resim olayı olsaydı, onu, Sultan V. Murad veya kendi çevresine muhakkak söylerdi. 

Binbaşı İzzet’in ısrarına rağmen üç pehlivan içeri alınmazken, Kargopulo ve iki zabidin girmesi; ömrü fes, sako ve patolonla geçmiş Abdülaziz’in resmini çekmek için ona zorla sarık, şalvar giydirilmesi izah edilemez.

Ayrıca devlet geleneğimizde Padişah olmuş bir kişinin omzuna dirseklerini koyabilecek bir ahlâk anlayışımızın olduğunu zannetmiyorum. (bk. Süleyman Hüsnü Paşa’nın Cevher Ağa’ya sözleri)

Ekte, Yusuf İzzeddin ile atası Sultan Abdülaziz’in fes, sako ve pantolonlu resimleri görülmektedir. 

Öyleyse, Bahattin Öztuncay’ın ortaya çıkardığı resim, neyin nesidir?

O zaman söz konusu resim Abdülaziz’e ait değildir. Velevki resmin arka veya ön yüzünde Sultan Abdülaziz adı yazılmış bulunsun, bu resim Abdülaziz’e ait olamaz ve tarihî hiçbir kıymeti yoktur.

Bir ihtimal, Sultan II. Abdülhamid, Yıldız çadır mahkesinde kullanmak ve “bakınız darbeciler, Sultan Abdülaziz’e ne zulümler yaptılar” diyebilmek için, Kargopula’ya böyle bir resim çektirmiş veya yaptırmış, sonra da kullanmaktan vazgeçmiş olabilir.

Abdülaziz’e benziyen birini bulmak çok zor değildir.

İbretnümâ’yı okuyan, “Payitaht Abdülhamid” dizisini seyreden biri, onun millet hayrına ne işler çevirdiğini, nelere kafa yorduğunu görür ve her an için Sultan II. Abdülhamid’ten böyle bir hareketi bekler. 

Sonuç

Bahattin Öztuncay’a ait söz konusu resim, sultan-ı mahlu’ Abdülaziz Han Hazretlerine ait değildir.

Zabit elbiseli iki kişi arasında çekilmiş sarıklı, şalvarlı adamın, Sultan Abdülaziz’le bir ilgisi yoktur. 

Haydi diyelim; Bahattin Öztunçay ile Yrd. Doç. Faruk Yılmaz ve İz Yayıncılık, bu fotoğrafı ticarî bir gayeyle çok satmak için ortaya çıkardılar ve kitaplarının ön kapağına koydular; Millî Saraylar Dairesi’nin böyle bir şeye ihtiyacı olmadığına göre gayesi, tarihi çarpıtmak mıdır?

Süleyman Hüsnü Paşa, 1892’de öldü, eseri 1910’da yayınlandı.

Halûk Şehsuvaroğlu eserini 1949’da yayınladı ve 1963’de de öldü.

Şehruvaroğlu, açık şekilde Abdülaziz’in intihar ettiğini ve muamma diye bir şey olmadığını belirttiği hâlde, Süleyman Paşa'nın kitabının Üss-i İnkılâb adını, ne hakla Darbe ve Muamma yaparsınız?

Ahirete göçmüş müelliflerden izin alınamayacağına göre, hangi hakla bu resim, onların kitabına konulur?

Kanundan korkmadınız diyelim, ahirete intikâl etmiş bu kişilere de mi, hiç saygınız yok?

Çoğunun adının önünde "Dr." unvanı bulunan yayın kurulunun, söz konusu bu resim ve altındaki açıklamadan haberleri var mıydı?

Sultan Abdülaziz’in atası Sultan II. Mahmud’un sarığı yasakladığını, bütün resmî dairelerde fes ve pantolonlu resmini taktırdığını bilmiyorlar mıydı?

Sultan Abdülaziz, atasına rağmen, küstah iki saray görevlisininin (!) hatırı için mi, sarık ve şalvarla poz vermişti?

Mabeyinci Fahri Bey, Abdülaziz’in hal’ edilmesini müteakip geçen beş günü hatıralarında kaydeder.

Bu beş gün zarfında Abdülaziz, en basit olayı bile onunla ve etrafıyla paylaştığı hâlde bu resim olayından bahsetmez.

Her şeyi didik-didik eden yayınlarda da resim olayından bahsedilmez. Bilâhare sarayın fotoğrafçısı olacak biri nerede ve nasıl böyle bir resim çekebilir?

Fotoğrafın bilâhare sarayın fotoğrafçısı olacak olan Kargopulo tarafından çekildiği söylenerek, resmin Abdülaziz’e ait olmadığı açık edilir, ama bu hususa ne Faruk Yılmaz ve İz Yayıncılık, ne de TBMM’ne bağlı Millî Saraylar Dairesi dikkat eder. 

1968 yılında yayınlanan ve her olayı kaydeden İbretnüma’dan sonra bu konuda artık gerçek dışı bir şey yazılamaz.

Abdülaziz’e ait olduğu söylenen bu fotoğraf, yalana teşne olanların eline bir koz vermek ve Abdülaziz’in kendi canına kıydığına inananları şüpheye düşürmek için ortaya sürülmüş olabilir.

Ne acıdır ki insanımız ve kurumlarımız, hiç sorgulamadan bu resme alet olmuşlardır ve olmaktadırlar.

.

Ramazan Topraklı, dikGAZETE.com

(1) Tarihçi Bilal Sürgeç, Popüler Tarih için, “hiçbir belgeye dayanmayan, yazıldığı günün şartlarıyla geçmişi yargılayan, okuyucuyu yönlendirmek isteyen ve ticarî amaç güden tarihtir” tarifini yapar.

*

Kaynak ve Tetkik Eserler

Baykal, Bekir Sıtkı (1968): İbretnümâ; Mabeynci Fahri Bey’in Hatıraları ve İlgili Bazı Maddeler, Türk Tarih Kurumu-Ankara

Beydilli, Kemal (2003): “İkinci Mahmud”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 27. Cilt, s. 352-357 

Beydilli, Kemal (2010): “Süleyman Hüsnü Paşa”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 38. Cilt, s. 89-92

Komisyon (2007): 150 Yılın Sessiz Tanıkları, Dolmabahçe Sarayı Fotoğraf Albümleri-İstanbul, TBMM Millî Saraylar Daire Bşk. Yay.

Öztuncay, Bahattin (2005): Hatıra-i Uhuvvet (Portre Fotoğrafların Cazibesi:1846-1950), Aygaz Yayınevi-İstanbul

Süleyman Hüsnü Paşa (2011): Darbe ve Muamma; Abdülaziz’in Tahttan İndirilmesi ve Ölümü, Faruk Yılmaz, İz Yay.-İstanbul

Şehsuvaroğlu, Halûk Y. (2011): Sultan Aziz; Hayatı-Hal’i-Ölümü, Yayınlayan: TBMM Millî Saraylar Daire Bşk. İstanbul

Uysal, M. Ali (2015): Hüseyin Avni Paşa, Türk Tarih Kurumu-Ankara

EKLER:

İki zabit arasında Abdülaziz (?) (Öztuncay, 2005: 124) Abdülaziz’in yağlı boya resmi, 1867 (Şehsuvaroğlu, 2011: 88)

Süleyman Hüsnü Paşa (1910): Hiss-i İnkılâb - Süleyman Hüsnü Paşa (2011) - Y. İzzeddin 1863 (Şehsuvaroğlu, 2011: 57)

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Halil Korkmaz
Halil Korkmaz 4 yıl önce
Arazi ve doğayı tanımadığı için katır geçmez dağlardan yüzlerce, binlerce beş on tonluk ağır donanımlı arabaları olan Pers, Roma ordularını geçiren masabaşında yazdığı tezleriyle Doç, Prof olmuş akademisyenlermizin Topraklı'nın bu iddialarına şimdilik cevap vermelerini elbette bekleyemeyiz. Fakat bir gün gelecek bu tezler de enine boyuna mutlaka tartşılacak, doğrularla, eğriler biribirinden ayırılacaktır. Lakin şu da var ki, tarihimizde bu kadar önemli yeri ve sonuçları olan bu hadise ile ilgili 129 yıl sonra ortaya çıkarılan bu bu fotoğrafla ilgili akademisyenlerimiz tarafından yüzlerce makale yazılıp, işin aslı ortaya çıkarılamıyorsa, yüzlerce üniversite, binlerce akademisyenin birer etiketten ibaret olduğunu, bunların makam ve mevkikerinin hakkını vermekten çok uzak olduklarını herhalde hiç kimse inkar edemez.
Bekir Sıtkı Esendir
Bekir Sıtkı Esendir 4 yıl önce
Çok Teşekkürler
İlyas Ege
İlyas Ege 4 yıl önce
Ramazan Bey, teşekkür ederim.
Abdullah A.
Abdullah A. 4 yıl önce
Razaman Hocam teşekkür ederiz.
Sanane
Sanane 4 yıl önce
"Sultan Abdülaziz, atasına rağmen, küstah iki saray görevlisininin (!) hatırı için mi, sarık ve şalvarla poz vermişti?". Yüzlerce detay bu herzeyi temellendirmek için.
Ömür Çelikdönmez
Ömür Çelikdönmez 4 yıl önce
Kalemine sağlık