USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Post-modern darbe sürecinde totaliter rejim aracı olarak medya

27-02-2021

Ünlü siyaset bilimci Ahmet Taner Kışlalı (1939-1999) “Siyaset Bilimi” isimli kitabında devleti, “dışarıda ve içeride toplum adına hareket edebilen, bu amaç için güç kullanan, toprağı ve insan unsuruyla birlikte tüm bir ülkeyi temsil eden, onun simgesi olan kurum” olarak tanımlamıştır. 

Ülkenin ve üzerinde yaşayan insanların, dıştan gelecek tehlikelere karşı korunması, içte güvenliğin ve adaletin sağlanması gibi konuların devletin temel görevlerini oluşturduğu bilinmektedir.

Öte yandan, siyasal faaliyet tekelinin tek bir partiye tanındığı, kamunun her türlü kuvvet ve inandırma araçlarını elinde tuttuğu siyasal rejime “totalitarizm” denir.

Totalitarist devlet yapılanmasının medyada yansımalarına “Post-Modern Darbe” olarak bilinen 28 Şubat Süreci’nde (1997) tanık olunduğu bilinmektedir. 

Raymond Aron’a göre, totalitarizmin başlıca beş temel niteliği vardır:  

- Politika faaliyeti tekelinin tek bir partide olması,

- Devletin ideolojisinin bir partiye güç vermesi,

- İdeolojinin dile getirdiği “gerçeği” yaymak için devletin basın tekelini elinde tutması, 

- Ekonomik işlerin çoğunun devletin emrinde olması, 

- Her işin devlet ideolojisine bağlı bulunması.

Totaliterlik, bireyin yaşamını her yönüyle devlet otoritesine tabi kılmayı amaçlamaktadır. 

Demokratik olsun veya olmasın, her rejimde, kitle iletişim araçları her zaman büyük önem taşır. 

Kitle iletişim araçları üzerindeki sıkı denetim, totaliter rejimlerin en büyük özelliklerinden biridir.

28 Şubat 1997 tarihli post-modern darbe sürecinde seçilmiş “RefahYol” iktidarına yapılan baskı ve hükümetin istifası ile yaşanan süreçte totaliter bir yönetimin izleri görülmüştür. 

Bu dönemde, yazılı basın ve görsel basın bir diğer adıyla televizyon yayınları çok önemli bir role sahip olmuştur.

Dünyaya açılan pencere” olarak nitelenebilecek televizyon, hiç şüphesiz çağımızın en önemli iletişim araçlarından biridir. 

28 Şubat 1997 süreci, medyanın özellikle televizyon yayınlarının oynadığı rol açısından da özel olarak değerlendirilmektedir.

Türkiye’de televizyon sektöründe, 1990’ların başı ile birlikte özel kanallar yayın hayatına başlamıştır. 

Haber programları, ciddi izleyici sayısına ulaşmış ve kamuoyunu etkileyecek duruma gelmiştir.

32. Gün”, “Arena” ve “Ateş Hattı” bu programlardan önemlileri olarak hatırlanmaktadır.

Tarafsızlık, objektiflik, gerçeklik, ilginçlik gibi kavramlar haber yapma amaçlı çalışan kişi ve kuruluşların kullandığı, bu yolla izlenirliklerini arttırmayı amaçladıkları önemli unsurlardır.

Ancak 28 Şubat Süreci’nde haber programları ideolojik işlevler yürüten ve anti-demokratik süreci ve seçilmiş RefahYol iktidarını hedef alan yayınlara imza atmışlardır. 

Bu süreçte, bazı haber programları dönemin egemen güçleri lehine bir haber dilini benimsemişlerdir. 

Haber dillerini bu doğrultuda şekillendirmişlerdir. 

Anaakım medyada Refah Partisi’nin “rejime tehdit” olabileceği haberleri de artmıştır. 

Bu bağlamda, 28 Şubat tarihli MGK toplantısında alınan kararlardan önce vuku bulan bir önemli gelişme “Fadime Şahin Olayı”nın basında işlenişidir. 

İhbar üzerine bir eve baskın düzenlenmiş ve medyada bu olay günlerce gündemden düşmemiştir. 

Garip giyimli “dinci-gerici” olarak basına sunulan “Aczimendi” olarak adlandırılan bu kişilerin medyada sunumu ile hükümetin meşruiyetinin halkın gözünde zayıflatılmasına ve askeri müdahaleye zemin hazırlanmıştır.

Kısacası totaliter bir yönetimin izlerini görebileceğimiz post-modern darbe sürecinde, basının rolü seçilmiş “RefahYol” hükümetinin sonlanmasında kilit bir rol oynamıştır, denebilir.

.

Dr. Begüm Burak, dikGAZETE.com

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?