USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Bulaşıcı hastalık miti ve ötesi

22-04-2021

Bulaşıcı hastalık mı? Yoksa ortak çevrede bulunan zihni veya maddi toksik unsurlardan kitlesel etkilenme mi?

Bağışıklığı güçlü, zihni sağlam olanlar etkilenmeyebilir.

Veba örnek verilir ilk.

Bir bakteri, semeri boşalmış şekilde kimden kime atlayacağını düşünüyormuş gibi sürekli.

O dönemin ilgili bölgelerdeki zihniyeti hakkında hiç bilgi vermeden...

Hiçbir konu tek başına ele alınamaz. Farklı normlar karşılaştırılmadan değerlendirme yapılamaz.

Pislik içinde yaşıyorlarmış.

Bizim coğrafyanın aklı almaz, o kadarını... O zamanlar kültürler çok farklı.

Dileyenler araştırabilir;

Şemsiye ve topuklu ayakkabı icadının rivayet edilen sebeplerini...

İlk apartmanların yapıldığı söylenen şehirde yüksek oturma gereğini...

Banyosuz - tuvaletsiz sarayları...

Giderleri de bulunmayan havuzlarda hep beraber oturmaları keyif sayanları; ve açık yarası varmış, yıkanmamış bakılmadan...

Batıl inançlarlar ve kimselerin pek bilmediği başkaca gerekçelerle kedilere toplu katliamları...

Sözde kuş gribi salgınının hemen sonrasında gittiğim Çin'de ise kamuya açık tuvaletlerde dahi sabun bulunmaması...

Şangay merkezinde, yabancıların keyfine mahsus edilmiş bölgeden çıkmayanlar, bunları göremez de. 

Yerel halkı kenarlara sürmüş. Sırf bu merkezin imajını fakirlerden, satıcılardan da 'steril' tutmak için. Anında kovalıyor güvenlik güçleri.

Şimdi malum hikaye; Çin'in bir şehrinden çıkacak, kocaaaa kalabalıııık Çin'in başka hiçbir yerine zıplamayacak. Havadan jetlere binerek taaa İtalya'ya konacak ilk. Hiç inandırıcı değil tabii, yalnız bir açıklaması var.

Höt” dedi mi oturtur.

Pilot şehirde ne halt ettiyse etti, kalanları bununla tehdit etti ve nihai hedef dijital faşizmi çaktı. Gerek kalmadı oyunlara filan...

Aynı şekilde komünist Çin'in ne kadar kapitalist olduğunu ve bu çeşitli rejimler arasında isimlerden gayrı bir fark olmadığını da gördüm...

Demokrasi dahil, alayı monarşi formları. Hükmedenler el - kılık değiştiriyor yalnızca.

Yoksa hükmeden ve edilenlerden bahsedilemezdi. Yöneten, yönetici, yönetilen olamazdı. Devletin milletin emanet edildiği görevliler olabilirdi ancak.

Gördüğümüz üzere, tarihte gelmiş geçmiş hiçbir rejimde bu şart yerine getirilemediğinden temelde yok birbirlerinden farkları.

Belki Ön Türkler. Töre, yani anayasa ihlali yapanı tanımıyor... 

Kadın - erkeğin birbirine hükmetmediği tek toplum da belki. Aradım, muadilini bulamadım. Bulan varsa bildirebilir.

Dünyanın geri kalanı pislikten kırılıyorken, akarsuyla yıkanan ve temizlenen bir toplumun kafası almaz bunları.

Aslında bu kadarına ihtimal dahi veremeyeceğinden, bunların bazı hikayelerinin alt-üst edilerek, eğilip - bükülerek, eksik - gedik anlatılmasına ve bu sığlıklarla sonuca varmalarını da tuhaf bulamazlar ve bilim de sanabilirler tabii.

"Temizliğin bir şartı-şurtu var herhalde!" duyar gibiyim bizim anneleri :)

Neyse işte, gel zaman git zaman, bunlar çıkmış başımıza alim kesilmiş bir de. 

Kendi yaşam tarzlarının sonucu olan bazı konuları ise yalnızca kendi kibirli, sabit fikirli bakış açılarıyla değerlendirirken.

Suç hep dışarı birinde, bir şeylerde olmalı yani, kurtuluş da..

Zihniyet bu.

Asillerinin tablolarda görülen bembeyaz pamuklu iç gömlekler giymeleri, temizliklerinin göstergesiymiş. Kendini yıkamıyor, ortalık pislikten geçilmiyor ama karbeyaz gömlek giyince oluyormuş.

Bu zihniyetin geldiği yerler buralar ve kalkmış temizlik öğretiyor aklınca. Hatta bizim temizliğin yeterli olmadığını, “dezenfektan olmazsa olmaz”a kadar da gelmiş.

Bizim zamanın çocuk hekimleri, 'steril' çocuk yetiştiren ebeveynleri tatlı tatlı ‘azarlardı'; “Sık hastalananlar hep bunlar ve anneleri aşırı endişeli olanlar!..” derlerdi.

Hey gidi günler.

Malum bakteriler insandan insana saldırıyormuş-muş… 

Ve yine bir suçlu bulmuş; farelerden bulaşıyormuş-muş ilkine...

Bakteri” dediği, yaşadığı pisliğin içinde ürüyor ve bulunduğu her yerdeyken.

Fareler de dolaşırken bu pisliği taşıyor yalnızca, zira bunları kapacak kedi de bırakmadığından çoğalma konusunda azgınlık halindelermiş ayrıca...

Hani, manyağın biri de serçeleri katlettirip kafasına vurmuştu sonra…

Düşün ki her yer pislik kaynıyor, kokudan durulacak gibi değil; İnsandan insana zıplayan bir bakteriyi günah keçisi yapmak gülünç ötesi.

Pisliğin fıtratı bu. Toksik elemanlar üretir.

Ve insanlar topluca bu pislikte bulunduklarından değil de sırf insana 'düşman' bakteriden sanırsın...

Virüs denilen de mit halen.

Grip virüsü”ymüş :)

Grip denilen, bağışıklık sisteminin kendine ayar çektiğinin göstergesidir. Zihni veya maddi toksik bir durumla karşılaşmıştır.

Hücre atıklarını, ortalıkta başıboş gezen parçacıkları toplayıp atarken ifrazat, ağrı ve ateş yükselmesi gayet normal beden tepkileri...

Esasen gribi tedavi etmeye çalışmak çılgınlık bu açıdan bakılırsa da...

Artık "Gripten ölüyordu!..” denilenlere de inanmıyorum.

Ne yaptınız, yapıyorsunuz bunlara hiç baktınız mı?

Tedbirler, tedaviler de kâr etmiyor yersen ama halen bir kendi biliyor.

Bu bakış açısı başka hiçbir konuda yok. Bir yerde durur “Ne yapıyorum gerçekte ve nasıl daha iyi yapabilirim?” diye sorar, dinler, bakar insan.

Kolları bağlanmış fotoğrafların da anlamı: Dışarıdan fikirlere kapalıyım.

Bu bilim mi şimdi?

Herkesin hemfikir olduğu durağanlıkta ilerleme beklemek bilimdışı zaten.

E neden evdekiler birbirine bulaştırıyor peki?

'Evdekiler' de ortak çevrede.

Ayrıca insan zihni, kopyalama suretiyle ve inanç marifetiyle bedende tepkiler tezahür ettirebilecek kadar güçlü aslında.

Bunu bir doktor dizisinin uçaklı bölümünde de anlatmışlardı. Bunlar yalnızca senaryo değil.

Böyle bir durum yokmuş gibi davranılsa da testi çok kolay.

Şu anda hiçbir fiziki etki kullanmadan yalnızca hakaret etsem veya onurlandırsambedenin tepkisi anında kendini gösterir. Yakınında bile değilim.

İnsan, kendi muazzam gücünün zerre farkında değilken, kendine neler yapabilir bu halde onu da bir düşün.

Şuurla bakana, zihniyetle veya başkaca icatlarla tahakküm edilirse, beden de sürekli iletişim, ihbar, talep halinde.

Kendi diliyle.

Grip denilen beden tepkileri de kış aylarında en yaygın görülen...

Üşümek korkusu, üşütmek veya üşütenlerin bulaştırdığı inancı da ayrı etkenler olabilir.

Bu kadar yaygın bir olayın adı hastalık, tipi salgın olmazsa olamazdı.

"Nayır nolamaz!" Kabul edilecek hadise değil. İlaç sektörü bundan ille de nemalanacak. Çok büyük bir kayıp olarak görüyor.

Çeşitli ekler takarak, hayvan katliamları da eşlikli çok denedi.

Yok!

Çatlasa da patlasa da adında grip olunca bir türlü ciddiye alınmıyor.

Bizimkilerin çoğu, sıkıyor limonu - portakalı, içiyor sarımsaklı - sirkeli kemik çorbaları, sürüyor yağları yan gelip yatıyor zira.

Öte yandan, ilaç sektörü bir süredir bütünsel sağlık bakış açısının yükselmesiyle de ciddi kan kaybediyor.

Doktorlar arasında da merak ve araştırma çok yaygınlaşmaya başlayınca işler hepten değişiyor.

İletişim çağıyla beraber sayısız alternatif uygulamalar paylaşılıyor ve deneyimleniyor...

Çeşitli bölgelerden bir araya toplanmış onbinlerce sistem sıyrığı doktor, bilim adamı inanılmaz çözümcü çalışmalar yapıp paylaşsalar da sistem kanallarında makalelerini yayımlatamadıklarını ifade ediyorlar.

Acil konularını tenzih ederek, bunların hepsi de sürekli ilaç kullanımının, hatta çoğu durumda ilaç kullanımının gereksizliğine işaret ediyor.

Bu ekolün yükselişinin hemen ardından olanlara bak.

Ne tesadüf.

Üstelik, artık kendisi de bir zamanlar tek geçtiği ilaç söylemlerini bir kenara atıyor ve buna tabii ki de kendi zihni sinir alternatifini ortaya sürüyor.

Tanıdık bir isim fakat pek bilinmeyen taptaze bir sistem, içerikler ve asla henüz bilinemeyecek etkilerle bu defa.

DNA da değil manipüle edilen, ortalıkta hiç bahsi geçmeyen mtDNA, namı diğer MİTOKONDRİ DNA. Hücre çekirdeğindeki DNA ile karıştırılmasın.

mtDNA, hücre içinde bağımsız gezen organeller, enerji portalları gibi. Buna çakma ajan yazılım manipüle ediyor. 

Hı doğru diyorsun, DNA'yla ilgisi yok zira bu zaten 2 boyutlu bir kod, öz şifre yalnızca. Yazılımı şekillendiren mtDNA. Bunu 'kandırıp' kancayı taktı mı, parazit yazılım şekillenir.

Yalnızca annelerin mtDNA aktarıcı olabilmesi de oldukça manidar. Rahim enerji. Türk Mitolojisindeki AKANA da buna işaret eder.

İnsan kendi esasını idrak edemeyince, yaşayamayınca, hinlikte dahiyane sabit fikirler sahiplerini dahi de sanabilir.

Ben olsam, ben de bu defa özenle içinde 'grip' geçmeyen afili bir tanım bulurdum.

Ortaya sürdüğüm tek çareye ise tanıdık bir isim yapıştırırdım. Öncüleriyle alakaları olmuş olmamış da hiç fark etmez. Oraya bakmaz nasılsa imzaladıklarını, yuttuklarını dahi okumayanlar...

Bu defa dünya çapında eşzamanlı terör estirirdim ki başkalarına da bakıp uyanmasınlar...

İddia ederdim: “Benimki en etkili yöntem. TEDBİR alıyorum. Önlüyorum!..” diyerek, sapasağlam insanlara ayaklı virüs muamelesi yapardım, yaptırırdım...

Bir tek saf varlık insanoğlu dahi hedef kitleden şaşmasın diye yırtınırdım.

Ve burası hayli ilginç, ve 'her nedense artık'; Bir tek Türkiye coğrafyasında gizlilik - dokunulmazlık sözleşmesi yapar milyonluk hibeleri de cukkalardım.

Sonra: "Biri yetmez, bir daha, bi daha, bi daa" derdim.

O da olmadı: “Ayyy yanılmışız pardon, tüh buyurun yeni baştan şuradan yakın…" derdim...

Tedbir de modern tıp tarihinde görülmüş bir olay sanki. Hasta garantili hastaneleri bile duyuldu geçmişte!

Başka etkenlere hiç mi hiç bakmazken, tartışmalı bir testle herkese tek tip radikal tedaviler uygulandığı her hangi bir başka örnek göstersinler ve de…

Bu yaşa kadar ne gördüm, ne duydum...

Sözün kısası;

İlaç sektörünün, can çekişen hayvan misali salyalar akıtarak kudurduğu ilginç bir dönemden geçiyoruz.

Tek salgın bu.

Korkacak olan biz değiliz.

Korkudan tir-tir titriyorlar.

Ondandır, ısrarla astarsız desteksiz bizim korkutulma çabalarımız...

Yalnızca bir alt tema: 

Uydurduğu grip salgınları tutmayınca, elinde patlayan grip aşılarını da ne yapacak ki gayrı değil mi?

Beyin yıkayacak.

İnsanların başına her şey gelebilir, her türlü ölebilir; yalnızca kovitse felaket” kafası felaketin ta kendisi.

Bir bunlar can, kalan herkesin canı da patlıcan sanki.

Bunların elinde netice ne olursa olsun “Allah’tan", kalan herkes ama istisnasız herkes, bilim adamı da olsa şarlatan.

Bu da; Şu ortamda hele, hiç mi hiç bir halt beceremiyorken...

Dışarıda gezen, görülmeyen bilinmeyen 'canlı' bir organizma, insanlara kafaya takmış, işi gücü bunlara saldırmak gibi anlatıyor yine ve de...

Ne yapsın, burada takılıp kalınca zihniyet hep 'çaresiz' yazık... 

Ve “çaresizsiniz, şu - bu olacak” diyor zındık :)

Halbuki hep dediğim gibi; çare de kelimenin içinde duyana; çareSİZSİNİZ.

Bu haldeyken de, hep 'çaresizken' de, halen hep bu haklı, hep bunun dediği tek doğru.

Sıkılmadan utanmadan hem de...

Kim ne 'bunlar' peki?

Onu bilemem, bilmek de istemem.

Gördüklerimiz yalnızca altın tasmalı beyni yıkanmış uşakları. Hiç kimse, hiç değilse evlatları hatırına, spor olsun diye bu boyutta toptan insanlık düşmanlığı yapmaz zira.

Yapmaz herhalde...

Tarikatımsı ezeli bir yapı. Her alana kök salmış kendince.

İnsanlığın hayrını ve Dünya'nın tabii dengesini gözetmediği de çok açık ve ortada. Her alanda.

Ve bir tek bizimle süregelen özel ezeli bir derdi de söz konusu sanki...

Hep çok değişik bizim coğrafyanın durum...

HEPSİ BİR YANA;

Kim ne olursa olsun, beden herkes için halen muazzam bir sır.

Kimse bir konuda: “Çaresi yok” da diyemez, yalnızca “Biz bilmiyoruz” diyebilir. “Şu kadar sonra şu olacak, bu olacak” da diyemez!

Hele de okuduğu okullarda telkinle korkunun neler yapabileceği nosebo etkisi başlığında okutulurken de, topluma bilim adı altında şuursuzca korku salgılayamaz.

PEKİ NELER YAPABİLİRİZ? NELERİ FARKLI YAPABİLİRİZ?

Bazı zaman döngülerinde, insan denilen varlığın enerjisi pik yapıyor; “Kendine format atıyor” de, “dengeyi sağlıyor” de, neyse işte o kadarını da gizemli yaratılış fıtratına sayalım...

Bu zihni sinir titreşimler ve varoluş planları her neyse, insan için yüksek titreşim sayılan sevinç, neşe, itimat, sevgi gibi titreşimlerinde barınamaz. 

Teknik bir olgu.

Halı silkelenince üzerindeki tozların tutunamadığı gibi. 

Hepsinin mayası tek zira.

Sevgi, sevinç, neşe itimat da, korku da tek bir enerji mayasında.

Biri titreşirken diğeri yer alamıyor haliyle.

'Bunların' en büyük korkuları;

Şimdiye odaklı, neşe, yaşam sevinci, hissedebilen, coşku dolu, istediğini bilen, bunu düşünüp hayal edebilen, şuurlu beklentileri yönünde radarları açık insan kitleleri.

Ezelden, bu piklerde özellikle, insanlar özenle korku titreşimine tutulmuş. 

Bunu yapmazsa temelini kurduğu, inşaa ettiği ne varsa yerle bir olacak yoksa ve şuurla deneyimlendiği için de ebediyen tarihe karışacak.

En önemlisi de; gerçekliğe muazzam etkisi olan müthiş imgeleme yeteneğini, eşsiz hayal gücünü, beklentileri manipüle ettirmemek.

Meali, hayalci hücreleri kaptırmamak.

Bunlar esasen senin niyetlerine, gönlüne çalışmaya programlanmışken, bunu kendi kitlesel şekillendirme programına çeldirecek. 

Parazit ayağı. 

Hani, anten tam ayarlanmazsa veya yerinden kayarsa, eski televizyonlara başka kanalların frekansları karışırdı. İşte buna benzer...

Tüm bunlar sebebiyle; Ne derlerse desinler, Ne yaparlarsa yapsınlar, Tekrar Tekrar:

Kafayı serin, gönlü ferah tutalım.

Şimdiye;

Dokunma, tat ve koku alma duyularımızı hissettiğimiz ortamımızdaki gerçekliğe odaklanalım. 

Görme ve duymayı da eklesem, tek gözü canavar ekranlar da parazit edecek, anla :)

İstediklerimizi, niyet ettiklerimizi düşünelim, imgeleyelim, yalnızca bunların hayalini kuralım.

Buradaki esas, yaşam alanında bulunan bulunmayan başkalarının buna rızası olmayabilir, başkaları ille de olacaksa kimliksiz hayal edilmeli mümkünse.

Kafada sürekli bir başkasına dair sıkışmış anılar dönüyorsa;

Buna yargısızca şekillendirmeye çabalamadan şuurla bak.

Buradaki duygu her neyse bu da kabul ve korku örneğindeki söylemle sakinleşebilir. Buna dair kendinle ve bu kişilerle niyetle de olsa helalleş.

Bu, ani duygusal şok yaşamış bir çocukluk anısıysa, orada kalmış çocuk parçanı tüm benliğinle sev, katkıları için onurlandır.

Şuurlu cevap yerine, otomatik olarak ortaya çıkan tepkileri kendini yargısızca gözlemle.

Önemli anahtarlardan biri ötelediğimiz duygular. 

Esasında muazzam güçteki duygu enerjilerimizi 'dışarıda bırakırsak', 'içimizde sıkıştırırsak', hinooluhin dediklerimiz de büyük zihni sinir planlarına hazır saf kaynak enerjisi hesabı, başıboş gezen süper güçleri iç eder gibi araklarlar.

İfade et, akan suya, kuşa, toprağa, rüzgara söyle, dosta söyle, bir şekilde derin samimiyetle ifade et... Kimseleri yargılamadan, şikayet etmeden, yalnızca duyguların samimi ifadesi.

Zihniyeti sabit fikirlerinin tetiklediği sıkışmış duyguların "Çözülme vakti" şeklinde kendini ifade etmesine hastalık, rahatsızlık deniyor.

Çok önemli bir konu bu.

Aslında etkileri alenen biliniyor artık da pek dillendirilmiyor haliyle...

İstersek de, kendimizi yargılayan parçalar dahi olsa, yargıları hiç yargılamadan şuurlu hayallerimize veya neye istiyorsak ona enerji olarak alıp kabul edebiliriz.

İzlediğimiz film, belgesel yapımlarının çoğunda bilinçdışı mesajlar işlenir.

Açığa çıkmış 'atık', yani ötelediğimiz duygularla 'istemediğimiz' gibi 'etiketlenmiş' enerjiye kitlesel eşzamanlılıkta büyük planının kodlarını verir.

Müneccim oldukları için değil, bizlerin zihinlerini, 'hayalci hücrelerini' kodladıkları için...

Bu durumda 'geçersiz yazılım' gibi bir söylem bulun misal.

Tek yöntem, uygulama, ritüel şu bu da geçersiz bu durumda.

Esasen:

'Nasıl kurguluyorsan öyle de çalışır" denebilir belki.

Neticede şuurlu saf niyet esas daima... 

Ritüelleri de yalnızca zihni odaklayamayanlar için kolaylaştırıcı say.

Bazıları belirli bir konuda odaklı 1 dk bile düşünemez çoğunlukla.

Hiçbir ritüel olmadan dakikalarca bir tek konuya odaklanabilmek de tek marifet aslında.

Ötesi insan tabiatı zaten, herkese mahsus.

Düşünceleri kontrol edebilmek için kolay sakinleştirici bir uygulama:

Nefesini say.

Her veriş-alış bir sayı.

Unutursan, araya diyaloglar girerse de önemli değil, yeniden başla.

Bu kolay ama çok etkili bir yöntem.

Vertigo şikayetleri olanların hepsi bu uygulama sonrası olumlu geri dönüş yaptı.

Ortak özellikleri, aceleci, tez canlı olmaları veya dışarıdan çok sakin fakat zihinleri çok hareketli.

Göz bebekleri hiç kıpırdatmadan, belirli bir noktaya odaklanmak da başıboş gezen düşünceleri çok hızlı sakinleştirebilir.

Hatta bu haldeyken, düşüncelerin akması imkansız sanki dedirtebilir...

Sıfır düşünceye en yakın hal belki de.

Esasın, saflığın hissi açığa çıkmaya başlar bu kısa anlarda.

Ritüeller de bunun için yapılır.

Zihniyetten çıkmak için.

Algıyla ilgili.

"Bunsuz olmaza" inanıyorsa olmaz da...

Gözler baktığı yön, duygu ve esas niyetlerden ipucu da verir.

Sürekli hareket halinde normalde.

Yazılımcı mübarek :) Bu kısmı bilinen bir konu. Merak eden ayrıca araştırabilir.

Dikkat edin;

Çocuklar, gençler karşıya bakarken, yaş ilerledikçe genelin bakışı aşağıya kayar.

Duygu alanına, geçmişe bakıyor bilinçdışı.

Hal bu iken, buradaki soru da:

Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan?

Dualarımızı da istemediklerimizi anmadan, dile getirmeden edebiliriz.

"Allah utandırmasın" yerine "Allah yolunuzu açık etsin, hayırlı uğurlu olsun." diyebiliriz örneğin.

Dile getirdiğin, düşündüğün anda, zihniyet duydu hatırladı, duygu dediğimiz enerji alanında tetikleyeceğini tetikledi de artık...

Türkçe'nin bu açıdan eşsiz bir özelliği de söz konusu aslında.

Başka hiçbir dilde kültürde bu kadar, her anın iyi dilek ifadesi bulunduğunu göremezsin.

O kadar ki, buna aşina olmayan dile yabancı birini yanında gezdir, bize göre olağan olan bu durumu açıklamakla gün geçer...

"Sıhhatler olsun."

"Yarasın."

"Allah bereket versin."...

Saymakla bitmez.

İlle de "korkacağım" diyorsa elimizi kalbimize koyup:

"Teşekkür ederim, korkmaya izinliyim ve şimdi bu zorunluluktan serbest kalmaya niyet ediyorum. Teşekkür ederim Seni Seviyorum" diyebiliriz veya içselleştirdiğimiz bir duayı okuyabiliriz ve sonrasında şimdide bütünün bir güzelliğine, neşeye, coşkuya, yaşam sevincine odaklanabiliriz.

Alanda korkacak bir durum olsaydı zerre düşünemezdik.

Uzun uzun keyfini çıkara çıkara korkuyorsak :) ortalıkta gerçekte korkacak bir durum yoktur.

Şuura davet edilecek bir zihin ve de onurlandırılacak kabul edilecek bir duygu vardır. 

Duygular kabul edilerek bilinçli yönlendirme sunulursa akışı anında dönüşebilir.

Çok eminim; Bu konularda hiç konuşmadan, kimseler bilmeden, muazzam titreşim tutan nice kam gönüller var.

Bizim coğrafyanın fıtratı bu belki de.

Dünya'nın rahim enerjisi, mtDNA'sı sankim :)

Hiçbir tanımda tesadüf yok; ANADOLU

Tarih de yazar; Medeniyetlerin doğduğu yer...

Tarihi okuyan tarih yazar;

Tarih okuyan tarih olur.

Bazıları da ezeli 'tarihin' ta kendisidir belki de; 

Ezelden mirasçısı, insan denen varlık fıtratı boyutunun... 

Ve henüz bir tek kendi bu muazzam gücünün farkında değil belki de...

Çakma kaos ortamlarındaysa demek...

Hal buysa; Kendini farkedene kadar dürtülecek. Hiç değilse, kendini kendinden korumak için.

Kendini, muazzam kontrolsüz gücünden şuurla 'korumayı' ve bu muazzam varoluşu kendisi için yaşamayı keşfedene dek birbirini de dürtecektir.

"Ey yüce yaratılmış onurlandırılmış varlık, kendine bir uyan lütfen artık" tadında.

Ve olan-biten ne varsa da O vakte kadari yalnızca buna hizmet edecektir nihayetinde...

Kıyılar köşeler, dalgalar sakinleşsin.

Tabiatımız, fıtratımız bu;

ÖKÜKTÜRÜK

?

**

.

Sümeyya Demirel, dikGAZETE.com

Aradaki foto: -X ışını, nükleer manyetik rezonans ve kriyoelektron mikroskobu veri kümeleri kullanılarak elde edilen insan hücresinin en ayrıntılı görüntüsü- Kaynak: @VeFizik

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Arap Kadri’nin İtalyan  kuzeni
Arap Kadri’nin İtalyan kuzeni 3 yıl önce
İşine gelince koskoca devlet başkanı, o herkesi döver diyenlerin reis aşı yaptırsa da ben yaptırmam demesi, bu küresel oyun karşısında reisim ne yapsın demeleri ve dün reisin peşindeyiz diyenlerin bugün atam izindeyiz demeleri... Elalemin röntgenini, emarını çekip tüm sırlara hakim olmayı güç sananların onun bunun omurgasına laf etmeleri, yeni nesillerin gelecek mimarisindeki etkilerini azaltmaktan başka ne işe yaradı ki? Niyetle helalleşme fikri de hakikaten harika. Niyetle virüsleri dövenlerin, virüsten dayak yiyen bebelere sessiz kalmalarının mutlak sonucu olan bir virüs illaki vardır ve illaki ya kendilerinden ya da sonrasında gelenlere muhakkak bir iz bırakacaktır. Atın-itin izi ahiret yurdunda yol gösterir mi bilemem ama Türk’ün ruha işleyen damgası varsa “elbet uçmakta denk gelinir ve niyetle alınan helalliklerin sağlaması da yapılır” Toplum deneğe çevrilirken sessiz kalıp hala onun bunun peşinden gidenlere yazıklar olsun...