Eski İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu, 28 Şubat sürecinde dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in sorumluluklarını ve görevini yerine getirmediğini, ‘millet iradesine ihanetten’ yargılanması gerektiğini savundu.
Ondokuz
Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Öğrenci
Konseyi tarafından “28
Şubat Post
Modern Darbesi”
konulu bir
panel düzenlendi. OMÜ
Atatürk Kültür ve Kongre Merkezi’nde
düzenlenen panele OMÜ
Rektörü Prof. Dr.
Hüseyin Akan, rektör yardımcıları, dekanlar, öğretim üyeleri ve
öğrenciler katıldı. Moderatörlüğünü OMÜ
Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr.
Yavuz Bayram’ın yaptığı panelde 28 Şubat döneminin
Başbakanlık Konut Amiri ve Basın Müşaviri Nezih
Yıldırım ve dönemin eski İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu, 28 Şubat
süreci ile ilgili öğrencilere bilgiler verdi. Orakoğlu, “28 Şubat süreci
Türkiye’de sosyal, siyasal,
ekonomik anlamda
Türkiye’nin dış politikasında, Türkiye’nin imajında ve en önemlisi de Türkiye’de
inanç özgürlüğü
konusunda çok derin tahribatlar ve
yaralar açtı.
Devlet sistemi o derece tahrip edildi. İnsanların inançları, insanların devlete
olan güvenleri o derece tahrip
edildi ki bunlardan şuanda
bile kurtulabilmiş değiliz. Bu
süreç hem insan sisteminde hem inanç sisteminde hem de devlet sisteminde çok büyük travmalar oluşturdu” dedi.
28 Şubat darbesindeki amacın Türkiye’nin
birlik ve beraberliğini bozmak olduğunu belirten Orakoğlu, “27 Ekim’de bu başta
Genelkurmay Başkanı
olmak üzere kuvvet komutanları,
Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekteri ve üst
düzey askeri yetkililerin yalnızca
Batı Çalışma Grubu (BÇG)
üzerinden yargılandığı
Türkiye’yi ihtilal şartlarına getirmek üzere kurulmuş, illegal bir cunta yapılanmasını deşifre etmekte yargılanan 103 tane askerden bahsediyoruz. O
gün 8
saat civarında kendim konuştum. Öğleden
sonra da sanıkların ve avukatların sorularını cevaplandırdım. Ben mahkemede şunu gördüm. Öncelikle şunu söyleyeyim,
Türk milleti olarak ordumuza saygımız ve sevgimiz çok büyüktür. 28 Şubat, inançlar üzerinden yalnız inançlı olan insanlara değil, Türkiye’nin tamamına topyekun bir
savaş açtı.
Hedef Türkiye’nin birlik ve beraberliğinin bozulmasıydı. O süreçte ben 27 Ekim’de yargılanan heyetle ilgili orada bulundum ve çoğunun da hiçbir şeyden haberi olmadığını gördüm. Ancak buradaki yargılamaların tek sebebi var.
Ordu içersinde bazı
Batılı güçlerin kontrolünde olan yapılar var. Bu yapılar maalesef Türkiye’de geçmiş
dönemde üç defa, 28 Şubat sürecinde dördüncü defa, yine hepimizin bildiği
gibi AK Parti’nin
iktidar oluşundan sonra muhtelif tarihlerde birçok denemeler yaptılar. Milletin seçmiş olduğu siyasi iktidarı alaşağı
etmek üzere çok ciddi bir
takım darbe operasyonlarına imza attılar” diye konuştu.
28 Şubat darbesinde İsrail’in açık bir
desteği olduğunun altını çizen Orakoğlu, “Türkiye’nin 1960-1970 siyasi
tarihine baktığımız
zaman Türkiye 1960-1970 ve 1980 darbeleri sonrasında 28 Şubat
darbesi ve
AK Parti döneninde birçok darbe süreçleriyle karşılaştı. Bu darbe süreçlerinin arkasında hep
aynı unsurlar var. Bunlar Amerika’nın derin yapısı, gizli servisleri, Batılı ülkelerden
İngiltere ve İsrail. 28 Şubat sürecinin arkasında açık
bir şekilde İsrail’in desteği var. Yine baktığımız zaman 28 Şubat sürecinin arkasında ABD’nin örtülü desteği var. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’ni idare edenler ve devletin üst katları bunu
göz ardı asla etmemeliler” şeklinde konuştu.
“PARALEL YAPI TÜRKİYE İÇİN CİDDİ BİR SORUN”
Paralel yapının da 28 Şubat darbesi gibi darbe
yapmak istediğini
ifade eden Orakoğlu, “Bu
paralel devlet
yapılanması dediğimiz, ‘Fethullah
terör örgütü’ meselesi çok
önemli bir olaydır. Burada aktörler değişmiştir. Darbeyi yapan askerler burada rente edilmişlerdir. Bu
sefer Truva atı gibi dini alet eden, dini kendisine maske olarak kullanan bir takım işbirlikçi,
İsrail ile çok ciddi
işbirliği içersinde olan unsurlar, ABD’nin nevkon zihniyeti içersinde olan unsurlar devreye sokulmuştur. Şu anda yargılamalar yapılıyor ama ben bundan asla memnun değilim. Bizim
için TSK, millet-ordu meselesinde çok önemlidir. Ancak TSK içersindeki birtakım Batı’nın kontrolündeki zihniyetin değişmesi gerekir demiştim. Maalesef bu yargılamalarla değişmiyor. Burada
sadece TSK’nın yargılanması 28 Şubat sürecini aydınlatmaz. 28 Şubat sürecinin
en önemli unsuru sivil ayaklardır,
medya yapılanmasıdır. O bakımdan bu 28 Şubat sürecinde Doğan medyasının, Sabah grubunun veya bu TSK ile hatta ondan önde hareket eden BÇG çetelerinin, sendikaları ortaya çıkarılmada yalnızca askerlerin yargılanması bu işi çözmez. Dönemin Başbakanı, şimdiki
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da iki kızını 28 Şubat sürecine
müdahil ederek bu davaya ne
kadar önem verdiğini biliyorum. Ancak devlet idaresinde maalesef çok ciddi anlamda sıkıntılar olduğunu da söylememiz gerekiyor” dedi.
“İSTİHBARAT TEŞKİLATININ PARALEL YAPIYI ÖNCEDEN FARK ETMEMESİ BÜYÜK BİR BAŞARISIZLIK”
İstihbarat teşkilatının paralel yapıyı önceden fark etmemesinin
büyük bir başarısızlık olduğunu belirten Orakoğlu, “Paralel yapı meselesi sadece
Türkiye’ye özgü bir şey değildir. Paralel yapı
Amerika derin devletleri, Mossad ve bazı Batılı ülkelerin
istihbarat servisleri tarafından
Orta Doğu’da ve dünyada
Müslüman partilerin ve muhafazakar partilerin iktidarları seçim ile işbaşına geçirilmesi sonucu bunlara bir ‘dur’ denmesi istenmiştir. Bu muhafazakar partilerin içlerine aynı bizdeki
paralel yapı gibi bir takım Truva atları sokulmuştur. 2003
yılında ABD, Irak’ı havadan bombaladığı zaman kara harekatına döneceklerdi. Bizim de Genelkurmay yetkilileri veya emekli olmuş askerler ‘Amerika’nın işi zor, Irak
dünyanın 5. büyük kara ordusuna sahip, buraya girildiği takdirde Amerika çok büyük zayiat verir’ demişlerdi. Fakat baktılar ki ABD kara harekatına başladı. Çok cılız
karşı çıkmalar oldu. Bunu araştırdık ve ‘Kesti Nazi’ diye orada da
bizim paralel yapının benzeri aynı
örgüt var. Saddam’ın 3 kuvvet komutanı Kesti Nazi tarikatına girmiş. Yine Saddam’ın çok
yakın aile fertleri bunların içersinde. Amerika buraya girdiği anda bu tarikatın
liderleri ‘Amerika’ya
silah sıkmayacaksınız’ diyor. Dolayısıyla Türkiye’yi
nasıl bir tehlikenin beklediğini dikkatinize çekmek istiyorum. Buradaki paralel yapı meselesi Türkiye’nin uzun yıllar
önce fark
etmesi gerekir. Ama fark etmemek istihbarat ünitelerinde bir başarısızlıktır. Bunları devlete ibraz edememeleri neticesinde çok ciddi anlamda mertebe kazanmış ve devletin bütün kurumlarına bir ahtapot teşkilatı sızmıştı” açıklamasında bulundu.
“SÜLEYMAN DEMİREL MİLLET İRADESİNE İHANETTEN YARGILANMALI”
Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 28 Şubat darbesinde sorumluluklarını ve görevini yerine getirmediğini
söyleyen Orakoğlu şöyle konuştu:
“28 Şubat’ta bizler
Türk polisi olarak milli iradenin seçmiş olduğu yani milletin seçmiş olduğu hükümetin yanında yer aldık. Çok ciddi bir
oyunu bozarak Batı Çalışma Grubu belgesini elde ettik ve bunu devletin
kuralları içersinde hükümete verdik. Hükümet de bunu Cumhurbaşkanına verdi. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de bunu
aldı darbecilere geri götürdü. Dolayısıyla bize yargılanma süreci açıldı. Demirel
tarihi bir sorumluluğunu, tarihi görevini yapmamıştır. Cumhurbaşkanları devlete ihanetten yargılanabiliyor ama Demirel’in bu hareketi, bundan sonraki Türkiye’deki cumhurbaşkanları meselesinde de ‘millet iradesine ihanetten’ de yargılanmalarını düşünüyorum. Bu belki uçuk bir fikir gibi gelebilir. Ama biz ‘28 Şubatçılar yargılansın’ diye Anadolu’yu gezerken, o zamanda böyle gözüküyorduk. Devlete öne
alan bir iradeden, ‘her şey devlet içindir’ diye öne
çıkan bir iradeden milleti öne alan ama devleti de milletin emrinde
gören bir anlayışla hareket eden bir Sadici var. Bunun neticesi de demek ki millet iradesi önemli olduğuna
göre o
halde millet iradesine düşmanca tavır sergileyen üst yöneticilerinde bundan dolayı yargılanmalıdır diye düşünüyorum.”
“MHP VE HDP EL ELE MECLİS’İ KİTLİYOR”
İç Güvenlik Yasa Tasarısı için MHP, CHP ve HDP’nin tavrını eleştiren Orakoğlu, sözlerini şöyle tamamladı:
“Türkiye’de çok ciddi anlamda bir
İsrail lobisi var. Bu lobi medyaya sızmış durumda. Bu lobiyi biz atamadığımız sürece Türkiye’nin rahat ve huzura ermesi mümkün değil. Bunlar 28 Şubat sürecinin Türkiye’ye ve devlete oluşturduğu travmalardır. 28 Şubat sürecinde bir EMASYA protokolü var. Bu protokol ile devletin bütün
yetkileri EMASYA komutanlıklarına devrediliyor. Bunlarda
kendi başlarına
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, insan haklarına,
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na aykırı olarak insanları fişliyorlar. Kim başörtülü, kim başörtüsü, kim
namaz kılıyor diye validen başlayarak herkesten çıkıyorlar. Bugünlerde İç Güvenlik Yasası konuşuluyor. İç Güvenlik Yasa Tasarısı’na baktığınız zaman üniversitede bakıyorsunuz, bir takım milliyetçi gençlerin bazı HDP’lirle sağ-sol
çatışması oluyor. Dışarıda HDP’ye saldıran bir gençlik ama meclise bakıyorsunuz MHP ve HDP el ele meclisi kilitliyorlar. Bunu yaparken de şunu söylüyorlar, ‘polise
yetki verilmiş’. Ben uzun yıllar emniyette çalıştım. Polisin bu yetkileri
vardı zaten. Bu paralel yapı belası çıkınca
hükümet burada bu yetkileri kısıtladı. Toplumsal gösterilerde molotof
atma ile ilgili birçok insan ölmüş, devletin birçok malına
zarar verilmiş. Dünyanın her yerinde, Avrupa ülkelerinde molotof atmanın silah kullanma
suçu sayılmıştır. Yine baktığınız zaman polise silah kullanma yetkisi verilmiş.
Polis teşkilatı güvenlik güçleri o kadar sıkıntı içersindeki
hiç kimsenin üzerini arayamıyor. Bir
kişinin üzerini aramak için adamı yolda durduracaksın, savcıdan
izin alacaksın. Bingöl’deki
Emniyet Müdür Yardımcısının şehit
edilmesi böyle bir olaydandır.
Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı
Hakan Fidan, Türkiye Cumhuriyeti’nde o görevine
Başbakan Erdoğan tarafından bir devrim gibi getirilmiştir. Çünkü Türkiye’de gözükmeyen bir takım kurallar vardır.
MİT Müsteşarlığı’na
kesinlikle korgeneral veya orgeneral üstünde kimsenin atanması mümkün değildir.
Hakan Fidan kendisini çok ciddi anlamda kariyerli bir şekilde donatmış, çok üst düzey bir takım çalışmalar yapmış, kendini geliştirmiş, buraya layık bir arkadaştır. Ama eski vesayetçi yapılar sisteminde kesinlikle Hakan Fidan’ın MİT Müsteşarı olmasına
sıcak bakılamazdı. İç Güvenlik Yasası Tasarısı’nda MHP’nin, CHP’nin ve HDP’nin Meclis’te öne süren yapı bana göre Türkiye’de darbeleri düzenleyen yapıdır. Bunların gayesi polise
verilen yetkiler değildir. Burada çok büyük bir aldatmaca vardır. Burada önemli olan jandarmanın İçişleri Bakanlığı’na bağlanması meselesidir. Çünkü
jandarma Türkiye’de
toprak olarak
yüzde 83’ünde
görev yapmaktadır. Jandarmanın İçişleri Bakanlığı’na bağlanmasıyla güvenlik
alanı tamamen sivilleştirilmektedir. Buna karşı çıkılmaktadır. 28 Şubat süreci de böyledir.”
(İHA)