- İlâhî ente maksὺdî ve rıdàke matlûbî -Yâ Rabbi, maksûdum sensin ve talibim senin rızanadır- ma’rifetullaha ve rızâ-i ilâhiye ermeye… / …ve le zikrullahi ekber -29/Ankebut, 45-
Seksenyedi haziran yedi… Orası neresi? Burası -güzel- bir adam… Sevgili kurban sana ve Çıka gelir çıka gider, can kurban canlar kurban…
Biri, bir 7 Haziran vefat yıldönümünde Cahit Zarifoğlu için 5 yıl önce -7 Haziran 2020- biri gene bir Kurban Bayramı vesilesi ile 2 yıl önce -28 Haziran 2023- yazılanlar bugün de aynı güne üst üste geldi ve yeni şeyler demektense tekrarına nasip hasıl oldu…
Yazı arşivi sıralamasında her biri yerli yerinde amma bazan bazıları öne alınmak ister, o sebepten bir de… Ve bazan tekrar güzeldir başka bir şeyler demektense...
İşte, peşpeşe o iki yazı ve peşinden devam isteyene, gene bir Kurban Bayramı vesilesi ile ikisi arasına tarihlenen -22 Temmuz 2021- bir yazı daha…
Cahit Zarifoğlu için: Orası neresi? Burası -güzel- bir adam…
“Ne internet aracılığı ile yol bulan ‘çoklu ortam’, ne ‘sanal paylaşımlar’, bir dönem, elden ele dolaşan, masalara konan dergiler vardı.
89, 90 belki 91 de… O yıllar arasında ömrü kısa sürse de bir döneme imzasını atmış ve aylık periyodlarla yayınlanan, o günlerde pek çok isme sayfalarında yer veren İmza Dergisinin sararan yaprakları arasında kalan daha başka yazılara da belki gene yer veririz amma…” diyerek gene, sene-i devriyesinde, 7 Haziran 2018’de, bu sitede, epeydir pek kullanılmayan “ARşiV-den YaZı-Lar” arasında yer verilen 30 yıl önce yazılmış bir yazıya, merhum Zarifoğlu’na rahmet okuyup bir kerre daha bakmanın vaktidir;
İşte, Haziran 1990 tarihli, Sacid Özen imzasıyla İmza Dergisi 16’ıncı sayısında yayınlanan yazı:
Ölüm.
Ne izler bıraktı varlığımızda.
Ve neleri sürmedi ki, namluya sürülen kurşun gibi, bağrımıza.
Yavaşça çekip alınamazdı.
Çekip çıkarmak için ateşlemek gerekiyordu.
Ateşlendi,
Ve bir kıvılcım düştü bağra.
Yanıp tutuştu bağır da.
“Aşk bu
Kanatları yıldırımlanmış katı boğalar
Ateşin saydam gövdesini kırarak
Yatarak hayat dolu sarnıçların karnına
Sıkı sıkıya kapalı sivri ve kıvrak gaga.
Delip geçecek dalıp yeryüzünü…”
Daldı yeryüzüne, delip geçti ve Haziran yıldönümleri sıcaklığıyla yerleşti böğrümüze.
Aşkı adına konuşan; ölümün sarsıntıyla geldi, bültenlerde sıradan bir haber gibi geçti adın.
Ölümle kucaklaşarak, bir buluşmanın vaktine erip toprağa salındı beden.
Seksenyedi haziran yedi.
O gün beyaz haberlerle dolu bir yürekten fışkıran, üstüne kara çekilmiş beyazlıklar oldu bize kalan.
“Gözünü aç toprağa bak
Bir de insana”
Söküp atamadık daha, beyaz haberler kıyıda bucakta kaldı, üzeri toza belendi.
“beyaz haberlerim var kardeşlerim” denilmişti ya; kulaklarımız mı tıkanmıştı, yoksa yanlış haber kaynaklarına mı yönelmiştik de o sese asıl anlamını yükleyemedik.
Oysa biz; kim oldukları ilan edilmemiş olanlar mıydık.
“Hayır dokuzyüz
Milyon müslüman” İşte adımız.
Nice al-yeşil sulardan geçti de; hangi sevdalara yelken şişirdi şimdi gemimiz. Çarpıntılı yüreklerin çıkardığı gümbürtü ile hız alıp yol bulan motor seslerimiz hangi kayalıklarda boğulmakta; ne oldu rotamıza.
“Elim dizlerime Vur Kalk
Müslümanlar uyanın Eller Dizlere Vur Kalk
Yumruklar dizlere vur vur”
Neyin sancısı bu.
Nereden şişiyor bu ağrı.
Damarlara kan basıncını böylesine salan kim.
Soru işaretlerini birbirine boğum boğum düğümleyip kafalara salan alev, körüğüne bulduğu rüzgârı hangi kafesten uçurur, ne yüzünden -çapı geniş bir nokta buraya- Biraz ara ve -üstüste iki nokta daha- Göğüste kırılıp parçalanan bir kafesten -yürek açık, yürek dışarıda artık- Aşk yüzünden.
Aşk püskürür şiir olarak; sağlam bir kararlılık ve bağlılığın, çile ve dermanın, macera, isyan, öfke ve çocuksu sevecenliğin izlerini de beraberine alarak.
İlk başta kapalılık şikayetleriyle okunur bu şiirler ve devam eder bu şikayetler sonraları da.
Oysa, arayan girilecek bir kapı bulur; sıkı sıkıya kapalı da olsa.
Onulmaz bir yaranın izlerini de taşırarak gövde yüksekliğinde kurulan bina, yapıtaşları arasına yerleştirip hiç eksik etmediği ritmi de güçlendirir gün geçtikçe.
Kapalılıksa; “kendini ara bul getir, şiddetle kucaklaşalım” gibi bir dizeyle birlikte tam açıklık içre oturtur kendini.
Çocuksu bir duyarlılığın masum ve temiz dokunuşları ile hiç yabancısı olmadığımız bir iklime sürülüyordu gönlümüz.
Savaşıldı.
Ve savaş sıcaklıklarıyla berrak su serinlikleri de sürüldü dizeler arasına.
Ardından;
“Bir gözyaşı gibi
Sarktı dolandı kalpağrısına leylaklar.”
Dinle, duyuluyor; “Fil Yüreği Gibi Bir Yürek”ten kabarıp kabarıp, palaspandıras boşalan bir yankı seli bu.
Daha ne denilmeliydi. “Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?”
Hayır hiçbiri değil.
Açılsın sargıları yüreğimizin; Zarif dokunuşlarla, -Adım Mustafa ve Niyazi ve Abdurrahman.
“İsmimin baş harfleri acz tutuyor” diye yakaran da sen.
De ki; adımız neye hiç anılmıyor.
Yoksa, gelip-geçiyor olmak; “Tek Filmden Bir Kare” mi!
-Sacid Özen, İmza, Haziran 1990, Sayı 16-*
Bugünlerin en vahşi paylaşımlarla hüküm sürülen şu “çoklu mesaj ortamı”nda, kıymeti ölümünden sonra anlaşılmış gibi yapılanlardan; kaybolup kaybolup, ara ara görüntülenenlerden biri olarak kırpılıp kırpılıp şiir ve cümleleri paylaşılan Cahit Zarifoğlu’na, Allah-û Azîm'üş-Şan rahmet eylesin.
.
Yunus Fırat, dikGAZETE.com -07-06-2020-
*
Sevgili kurban sana
Sâkiyâ mey sun ki bir gün lâlezâr elden giderİrüşür fasl-ı hazan bâg ü bahâr elden gider -Avnî-
.
Evvelden aşinadır birbirine tekerrür… Her bayram da birbiri üstüne tekrarın bambaşka bir nimeti…
Teslimiyetse, itimatla imanın aynı aşinalıkla süregelen tekrarı…
İtimat telkin eder nefsine insanın, insandan gayrısı da…
Hazreti İsmail’in itimadı ve teslimiyeti kime; babası İbrahim’e mi Allah’a mı…
İbrahim’le çıkılan yol mu onu Allah’a götürdü, Allah’tan gelen ilhamla mı teslimiyete yöneldi de o sabırla kurbana geldi;
- Beni sabredenlerden bulacaksın babacığım…
Ve İbrahim’in sadakatle itaatinden gelen güzelliklerle erişilen itmam…
Afvın ve rahmetin nuruyla, “ve on geceye” yeminle, kalplerdeki hüzne gelmesi beklenen ferahlık, dua kapılarının da anahtarı o ikram gecelerinde…
Seyyid’üş-Şüheda’nın Kâbe’yle vedalaşıp, Kerbela seferine çıkması ile vurulan öpülesi boyun-lar-dan akan kandadır İsmail’in sabrı da İbrahim’in teslimiyeti de…
Üçü birden peş-peşe gelen ihtiram aylarına hürmetin kesilip keskinleşmesi de o günlerden bugünlere ağan ayrı bir hüzünse eğer; dünya üzre sahiplik edasıyla kuşanılan içte-dışta ne varsa kurban sana hayy-sevgili.
İslam’ın büyük bayramı ya…
Hazreti Adem’den bu yana “Allah’ın adını an” diye diye verilen emirle yere serilen kurbana bak bir; bir de Allah için sembollerden en özeli olan kurbana. Şiar-ı İslam’dandır kurban eylemek; ki şiar, senin her türden ödentinden daha önemlidir.
- Kimin kurbanısın, kimin kurban, kime kurban…
Buruklukla geçirilen her bayram gününe dair desen de sen;
- Ben hiç bayram yaşamadım ki!..
demişti ya;
- İnsan gözdür, görüştür, gerisi ettir kemiktir; neyi görüyorsa odur insan.
Nerede ne gördüğünle derecelenir, yücelirsin, öyle ise yücelerdesin; değilse, her bir şeyde aranan bit yeniğindesin.
Ne dem bu dem ne âlem bu âlem değil.
Ne gün bugün ne dün bugün, dün de bugün de hep aynı dünya; yarın diyen kimse de yarına kalmadı.
Kimsesizler kimsesinde kimi, kimine herkesten biri bir kimse.
Kiminin etekleri tutuşur, kiminin etekleri uçuşur, kiminde cayır cayır bir yürek, kimi kendinde değil, kimi emin kendinden…
Şehrin sokaklarındaki boşluk, sayfiyelerde kalabalıktaki hoşluk ve her birinde bayram sevincine denkleşen eşlik…
Çocukça bayramlaşmaların neşesiyle bir çocuğa oyuncak olmak da bayramsa sana; eşsiz günlerle, her kalbe bulunmaz bir eş yaratana şükürle -birbirine nefes olanlar gibi birlikte atan kalpler vardır- her yola bir varış bağışlayan da O’dur; onunla birlikte ona akan ne varsa, ismini fısıldadığında duyduğundan emin olduğun da O’dur.
Onu sevmek demek, “yaratılanı yaratandan ötürü” demekse de onu seveni de sevmek demek... Allah için seven de sevilen de Allah’ın sevdiği, ki; sevdiğin de senle kurbansa O’na… Sevdiğine itibar eden de O’dur.
Alev alev yanar gibi akan sudan gelen serinlikle kurban gelir kurban gider; böyle böyle bayram gelir bayram gider.
Hayy-Sevgili kurban sana.
.
Yunus Fırat, dikGAZETE.com -28-06-2023-
*
Çıka gelir çıka gider, can kurban canlar kurban…
Sayılıdır…
Her şeyde olduğu gibi o da bellidir…
Kayıtlarda ve kaydedilmede hep…
Varla yok arası değil, hep var ve hep diri ve her biri birbirine tecrübe gibi.
Ömründe kaç bayram göreceği de hangi birini ve neyi bayram eylediği de belli her kulun…
Gecelerle sükuna uzanıp, açılan kanallarla şifa bulmak nasıl cam gibi görünüyorsa erene, gecenin zırhından sıyrıldıkça daha açık görünüyor renk ve ahenk de.
Günler daralmada git gide.
Gökyüzü gittikçe daha bir kızıla kesiyor bak!
Uzak-yakın mesafelerin hiçbir şey olmadığı anlaşıldığında, içte ve içten olana hasretin de turab olup gidemeyeceği aşikar olana bak.
“Eski Ev”i hasretin odağında tutanın secdesi de kıyamı da başka bir yere değil o “Ev”e doğru hep.
Şah damarından yakın olana.
Hangi demlerin bayram eylendiği dünden de bugünden de bellidir ve yarın da karşısına gelir insanın her biri bir bir.
Her şeyin apaçık salgın bir yalana teslim olduğu emanet günlerin getirdiği bayramın kurbanı da insanın ta içinde asıl.
Nefsini kurban edenin kendinden de vesvesesinden de kurtulacağı müjdesi bir de.
Kâbe hasretli yansımanın getirdiği bayramlarla bayram o bayram da.
Değilse, kan doğrasa çiğ etlerle üstüste insan ne ki.
İbrahim’e, İsmail’e, İshak ve Yakub’a da…
Sade sana-bana, ona-buna başka başka şeylere değil, dipdiri vahdete kesen de kesilen de o.
Her bir burcun parıldayan mahına, ay burcuna yay burcuna, geçip giden geceye, gelip-geçene, er ve geçe de koça, aslana, başakla yengeçe de.
Kısıtlanan mesafelerle söylenen selama, ayet ayet görünen kainata sarmalanarak imanıyla yoldaş olan, “meded ya rabbel âlemîn…” diyene kurban.
Alnın ortasına çatan en sağlam mesafe “Kabe kavseyni ev edna”.
Herkesin sunduğu kurban da her seferinde ayrı ayrı; göğsünde Allah’tan başka ne varsa kurban eylemeyince de görüntüye kurban her şey.
Geldi geçti şu âlemden nice kurbanlar da hangi biri denk gelebildi o Kerbûbela kurbanına…
Yanyana gelip yan yana duramadıklarıyla düzensiz yalnızlığında saklı belki insanın içindeki bir kurban da.
Kan kırmızı değil, ay ışığında koyu mavi suya saldığı ateşli çam çırası o da.
Dengeyi bulamadan değersizleştirdikleri ve putlaştırdıkları arasında insan da geri itilen mülteciler gibi…
“asırlar boyu sürgit çok şeyler gitti içerimizden
gittik götürüldük de sınır boylarınca
bir de gelen ve gelenler var ya
gelecekler de ki gelsinler…
gelenler üstümüze değil, içerimizde erimeye geliyorsa
sen sen ol, o erimeye derman ol..
bıktırma, usandırma,
kahrolma o gelen-ler-le haşr-ol…”
İnsanın içinde hep esas kurban.
Can kurban canlar kurban, çıka gelir çıka gider.
.
Yunus Fırat, dikGAZETE.com -22-07-2021-