İnsanlığın Tabiata Olan Borçları Yasasına Batı Neden Uymaz?

Ali Karani

6 yıl önce

Daha önceki düşünür ve filozoflar, ideal toplum ve ideal devlet nasıl olmalıdır üzerine kafa yormuşlar.

Her yeniliği de bu temele oturtarak geliştirmişler. Bizler tarihte bir tık geriye giderek bu başlangıcın yanlış kodlamalar üzerine oturtulduğunu göreceğiz.

Her akıl ve düşünce, hayatı destekleyen aparatların topyekün dengesi üzerine kodlamalar yapmalı ve bunu temel almalıdır.

Bu bakış açısı ile kodlamalar yapılmadığı için insanlığın nerelere savrulduğunu ve hayatın Topyekün nasıl yanlış şekillendiğini göreceğiz.

Tabiatta insanoğlunun sürekli peşinde koştuğu, İnsan varoluşunun devamlılığı yasası ve bu yasaların insanın çıkarları üzerinden kurgulanması; tüm düşünürlerin ve filozofların haklı olduğu anlamına mı gelmektedir!

Önerilen ve kurgulanan tüm yasalar, insanlığın devamı, mülk sahibi olabilmek ve mülkün korunması üzerine kurgulanmıştır.

Sahiplenmek ve hak iddia etmek üzere oluşturulan tüm kuramlar da EMEK ile ilişkilendirilerek zemin hazırlanmış ve insanlık yapılanmasının devamı, sadece insan hayatının devamı üzerine kurgulanarak devam etmiştir.

Bu düşünce eksik ve dahi yanlıştır.

TABİATIN İNSANLIĞA SUNDUĞU OLANAKLAR VE HAYATI DESTEKLEMESİ OLMADAN, EMEĞİN DE BİR DEĞERİ VE KIYMETİ YOKTUR.

Neden mi!..

Emeğin değer kazanabilmesi için emeğin de harcanabileceği bir şeylerin olması gerekir. Bundan dolayı her şeye anlam katan, tabiatın hayatı desteklemesi, emeğin de anlam bulmasının kaynağıdır. Tabiatın insana ihtiyacı yoktur. Lakin insan hayatı, tabiata muhtaçtır. 

Bu muhtaçlık, beşer olarak doğan ve devinimleri sonrasında insan olabilen canlının, tabiata olan borcu ve bu borçlar manzumesinin yasalar olarak yapılandırılması bu gün elzemdir.

Medeniyet inşa edilecek ise alınması elzem bu stratejik kararın, sağlıklı bir şekilde ilerleyerek doğru sonuca ulaşması da takip edilmelidir.

Tüm kodlamalar ve bakış açılarımız yeniden kodlanmalı ve bu yolda oluşacak bilgi birikimi de bilince dönüştürülmelidir.

Tabiatın desteklemesine muhtaç durumda olduğumuz ve hayatın devamlılığı mahkûmiyeti karşısında, insanoğlu kendisini her şeyin üstünde görme gafletinden uyanmalı ve borcuna sadık bir kimliğe bürünmelidir.

Karşılıklı bağımlılıklar yasasında, kimin daha çok bağımlı olduğu önemli bir temeldir. Bu temel yasa, bağımlı olan insanlığı, bağımlı olduğu tabiata borçlu kılar. 

"Her şey insan için var" kodlaması yanlışına düşürülen insanlık, bu yanılgıdan acilen kurtarılmalı.

Çünkü her şey canlılar için var ve bu döngüyü tabiat kendi kanunları gereği desteklemektedir.

Düşünsenize hasta yatağında hayat destek ünitesine muhtaç bir hasta, çok güçlü olduğunu iddia ederek hayat destek ünitesine tekme atıyor.  

Bu ruh haline gülmemek mümkün değildir. Çünkü hayat içinde insanlığın getirildiği nokta burasıdır.

Öncelikle hayat destek ünitesinin bozulmadan çalışmasına dikkat etmek mecburiyeti zaten başlı başına ciddi bir sorumluluktur.

Daha o hayat destek ünitesinin çalışmasını sağlayan enerjinin kesintiye uğramasından bahsetmiyorum bile.

Bu konu Yaratıcının insana emanet ettiği geçici hediyelerdir ve apayrı değerlendirilmesi gereken bir sorumluluk alanıdır.

Öyleyse, tarihi yeniden ve doğru yazabilmek için, kendisini beşeriyetten çıkartıp insan olabilme aşamasına taşıyanların edindikleri birikimlerden dolayı, ciddi sorumluluklar omuzlarımıza yüklenmektedir.

Tabiattaki her şey canlılar içindir. Sadece Batılılar için değil. 

Tabiatın kendi kanunlarına paralel ve eşgüdümlü olacak medeniyet kuramı, bu kodlama üzerinden şekillenmelidir.

İnsanın insanla olan ilişkisini, insanın toplumla olan ilişkisini, toplumların tabiat ile olan ilişkisini düzenlemekle birlikte, topyekün Allah’a karşı olan sorumluluklarımızı yeniden ve doğru kodlamalar üzerinden oluşturmamız her zaman olduğu gibi bugün de elzemdir.

Teknolojinin geliştirilmesi elbette gereklidir.

Lakin teknoloji, insanlığı doğa ile olan borçluluk ilişkisinde her yeni buluş, insanlığı bir üst seviyeye taşımak üzere kullanılacak birer aparat olarak değerlendirilmelidir.

Sadece insanın hayatta kalma mücadelesi ve nesillerin devamlılığı kodlaması, insanı doğaya da düşman olacak şekilde formatlamaktadır.

Kendisini bu şekilde formatlayan insanlık, diğer insanlar üzerinde dahi hükmetme ve tahakküm kurma ruh haline bürünmek zorunda bırakılıyor. Aslında kodlama ilk baştan yanlış yapıldığı için ahvalimizin bu olması kaçınılmaz oldu.

YENİDEN YAPILMASI GEREKEN KODLAMA; İNSANIN HAYATTA KALMASI KODLAMASI DEĞİL,

HAYATIN VE HAYATI DESTEKLEYEN İMKÂNLARIN DEVAMLILIĞI KODLAMASI ÜZERİNDEN OLMALIDIR.

Yani anlatmak istediğim, 

Sadece insan neslinin devamı üzerinden kodlamalar yapıldığı için, savaşlar, ölümler, hatta Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atılması noktasına bile gelinmiştir.

İnsanlık adına güzeli inşa etmek için kurulan medeniyetler, bu kodlamalar üzerinden yok olma aşamasına kadar geldi.

Tarih sayfalarını karıştırdığımızda kitlesel imhalar sadece insanlara karşı değil, diğer canlılara karşı da yapılmıştır.

Bu tür örneklerin çok daha fazlasına ve acımasız olanlarına tanıklık ettik ve etmeye de devam ediyoruz.

Yaşananlar, insanlık adına utanç duyulacak olaylardır.

Fatih1453’te İstanbul’u aldığında kendisini KEİSER AL-RUM olarak ta ilan etmişti.

Neydi peki Fatih’in kendisini "Keiser al-Rum" olarak ilan etmesindeki gaye?

İnsanlığın farklı renklere sahip olduğunun ve farklılıkların da bir arada yaşayabileceği fikrini kabullenmiş ve bu kabullenişin insanlık tarafından kabul gördüğü bir medeniyet inşası gayreti değil miydi!  

Sürekli olarak dikkat çekmeye çabaladığım birinci paylaşım savaşının, medeniyetler tarihi akışında bir kırılma oluşturduğu gerçeğidir.

O tarihten itibaren Batı, kontrolü ele almış durumdadır ve kendisi dışındaki tüm dünyayı da alt sınıf olarak peşinden gelmeye zorlamaktadır.

Batı icraatlarının en büyük yıkımı ise medeniyetleri yok etmek üzere kurguladığı plan ve çalışmalar üzerinden kendi dünya görüşünü dayatması değil midir!

Arnold Joseph Toynbee, 14 Nisan 1889'da Londra'da doğdu. 22 Ekim 1975’te York’ta öldü.

İngiliz, tarihçi. Hem de 20. Yüzyılın en popüler tarihçilerinden birisi olarak anılıyor.

1915’te İngiliz dış haber alma servisinde görev alıyor.

Kendi İtirafları arasında en can alıcı olanı ise şöyle; 

Toynbee diyor ki, "Ben medeniyetleri yok etmeye başladığımda, dünyada yirmi bir (21) tane medeniyet vardı, ben kalemi bıraktığımda altı (6) tane medeniyet kaldı." (Kaynak;  Study of Story)

Bir tarihçi, nasıl olur da medeniyetleri yok etmek için plan proje üretmek üzere çalışma yapar!

Bu mudur tarihçilerin görevi?

Toynbee’nin itirafı ve çalışmaları bir tarihçinin dürüstlüğünü sorgulatmaz mı?

Yani; "Tek dünya devleti"ne giden yolda medeniyetler en büyük engeldi TOYNBEE ve fikirdaşları için.

İşte, yaşadığımız son yüzyılda, dünyanın cehenneme çevrilmesi projesi bir kez daha Batı’nın elinden başlatılmış oldu.

Algı ve düşüncelerin tek taraflı ve yanlış kodlanmaları üzerinden bir başlangıç, yanlış sonuçlara götürüyor.

Bundan dolayı insanlık hala tabiat ile kendi arasında bir denge oturtabilmiş değildir. 

DENGE, doğru kodlamalar üzerinden yakalanabilecek bir gerçekliktir. 

Diğer canlılar, adeta tabiat ile kendileri arasında bir denge kurabilmişler.  

İnsanlık neden başaramasın!

Kültürsanat ve tasavvuf ile meşgul olanlar, düşüncede bu gerçekliğe batıdaki filozoflardan daha yakın olmayı başarabilenlerdir.

Kurulması elzem bir medeniyet ile yeni bir başlangıç yapacak isek, başlangıcı doğru kodlamalar üzerinden yapmak zorundayız.

Düşünce fikir ve algıların yeniden kodlanmasında izlenmesi gereken metod, hayatın devamlılığını destekleyen kaynakların yok edilmemesi ve bu kaynaklar ile canlılar arasındaki dengenin kurulmasını sağlayan yeni bir bakış açısına insanlığın da kavuşturulmasıdır.

Sırası gelmişken; "Her şey Batı için” diyerek, tek taraflı ve yanlış üretilen büyük projesinin tribülansı, tüm dünyayı savrulma noktasına getirdi.

Daha büyük ve kapsamlı bir proje üreterek oluşturacağımız tribülans, son yüzyılda yaşanan katliamların, yok etmelerin ve savrulmaların son bulmasını sağlayacaktır. 

Bu da, yeniden canlandırılan medeniyetlerin ittifakı ile olur.

Her şeyin bir biyolojik saati vardır. Bu biyolojik zaman akışını hızlandırmak veya yavaşlatmak sistemin dengeli akışını olumsuz etkiler.

İnsanoğlu, tabiatın denge kuralları karşısında hayatını devam ettirmek adına, işte o zaman akış hızına müdahalede bulunduğu için DENGE tam anlamı ile kurulamıyor.

Geleceğin sahibi olan çocuklarımızın biyolojik saatlerine müdahale etmekten vazgeçilerek denge kurulmak zorundadır.

ANADOLU NEREYE Mİ KOŞUYOR? KAÇ MEDENİYETE EVSAHİPLİĞİ YAPMIŞ OLAN ANADOLU’DAN BAŞLAYARAK, YOK EDİLEN MEDENİYETLERİ AYAĞA KALDIRMAK ÜZERE YOLA ÇIKILDI. 

YÜREĞİ YETEN GELSİN.

*

Son söz;

Hani diyor ya Mevlana; "Gelgel, ne olursan ol yine gel. İster kâfir, ister Mecusi, ister puta tapan ol yine gel. Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel."

.

Ali Karani, dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI