-Kral Faysal, 1966’da Filistin ziyareti sırasında Mescid-i Aksa'da namaz kıldı
Gazze: İslam Dünyası Kral Faysal’ını arıyor!
“İnsan beklemeyi, umumiyetle artık bekleyecek bir şeyi kalmadığı zaman öğrenir.” Voltaire7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze halkı teslim olmadı. İsrail ise adeta gözü dönmüş bir canavara dönüşerek bölgeyi bir orman gibi yakıyor. Gazze, ateş ve açlık çemberinde, büyük bir direniş ile ilahi bir bekleyişin sarmalında ayakta kalmaya çalışıyor. Her hafta ortalama 130 kişi canından oluyor, 1.000’den fazla kişi yaralanıyor. Açlık ölümlerinin yanı sıra yardım sırasında İsrail askerlerince hedef alınarak hayatını kaybedenlerin sayısı da artıyor.
Geçtiğimiz hafta İsrail, Deyr el-Belah’ta iki ay sürecek yeni bir harekât başlatacağını duyurarak, bölgedeki sivillerin tahliyesini talep etti. Söz konusu bölge, Hamas’a bağlı askerî unsurların varlığı gerekçesiyle hedef alınıyor.
Lübnan Dışişleri Bakanı’nın ifadeleri, Arap dünyasının çaresizliğini net bir şekilde ortaya koydu: “ABD’nin bizden istediklerini yerine getirmemiz gerekiyor. Reddetme ya da kabul etme gücümüz yok. Askerî veya ekonomik pazarlık kapasitemiz yok.”
ABD ve İngiltere, İsrail’i durdurmaktan imtina ederken; Rusya, Çin, Kuzey Kore ve İran’ın dayanışmaları retorik düzeyde kalmakta, pratiğe geçmeyen bu tutumların soykırımı durdurma potansiyeli bulunmamaktadır. İsrail’de Netanyahu’nun iktidarda kalması, mevcut katliamların devam edeceğinin en açık işaretidir.
ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Gazze’deki katliamı görmezden gelerek, Suriye merkezli şu açıklamayı yaptı: “Güçlü Arap devletleri İsrail için bir tehdittir. Azınlık topluluklar merkezi otoriteyi tercih eder.”
Bu yaklaşım, İsrail’in Gazze ve Süveyda’daki faaliyetlerine dair sessizlikle birlikte okunmalıdır. Zira 2006’da ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, İsrail, Lübnan’ı ağır silahlarla vururken bunu “Yeni Ortadoğu’nun doğum sancıları” olarak nitelemişti.
Arap dünyası, 2013’te Mısır’da Cumhurbaşkanı Mursi’yi feda ederek ilk kırılmasını yaşadı. Ardından Libya, Irak, Lübnan, Suriye ve İran sıraya girdi. Bugün birçok Arap lideri, “Hamassız Gazze” formülüne bağlı kalmaya çalışıyor. ABD ve İngiltere’nin Bosna’daki Dayton benzeri bir planı Gazze için devreye sokması muhtemeldir.
1967 ve 1973 Arap-İsrail savaşlarındaki birliktelik, günümüz Ortadoğu’sunda gösterilememektedir. Son 10 yılın travmatik çatışmaları; İslam İşbirliği Teşkilatı, Arap Birliği ve Dünya Müslüman Alimler Birliği gibi yapıları işlevsiz hale getirmiştir. 57 İslam ülkesinin maddi-manevi gücü, Gazze’deki soykırımı durdurmaya yetmemiştir.
Türkiye kamuoyunun iktidardan yüksek beklentileri olsa da mevcut askerî ve ekonomik kapasite bunu karşılayacak düzeyde değildir. Bölgesel güçler; Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suriye, Irak, Lübnan, İran ve Türkiye kendi iç sorunları nedeniyle Filistin konusunda inisiyatif alamamaktadır.
2006 sonrası süreçte, ABD ve İngiltere, Arap rejimlerini İsrail’le normalleşmeye ikna ederek Gazze’nin düşmesini mümkün kılacak altyapıyı oluşturmuştur. İslam dünyasında Şii, Sünni ve Selefi ekseninde yaratılan kutuplaşmalar ise bu sürecin sosyo-teolojik zemini olmuştur.
İsrail, 1948’den bu yana Filistin savaşlarını jeopolitik değil, teolojik referanslarla yürütmektedir. Mescid-i Aksa’ya ilk saldırısını 1969’da gerçekleştirmiş, 1970-72 arasında surların altına tüneller kazmaya başlamıştır. 1999’da Süleyman Tapınağı planları açıkça tartışılmış, 2000 yılında Kudüs “İsrail’in ebedi başkenti” ilan edilmiştir. Aynı yıl Ariel Şaron’un Aksa ziyareti yeni bir İntifada’yı başlatmıştır.
2011’e gelindiğinde Aksa külliyesi, tamamen kontrol altına alınmış, kameralarla izlenen bir ibadet hapishanesine dönüştürülmüştür. 2017’de Trump’ın ziyaretiyle Netanyahu hükümeti cesaret kazanmış, kısa süre sonra Aksa’nın altındaki kabine toplantısı ile kutsal mekânın statüsüne dair tehlikeli bir eşik aşılmıştır.
İslam dünyası yeni bir ortak akıl ve konsensüs geliştiremezse Gazze meselesinin çözümü mümkün görünmemektedir. Gazze’de yerleşim alanlarının yüzde 82’si yok olmuşken, İsrail’in çekilmesi hayalciliktir. İsrail, adım adım ilerleyen işgal planlarında geri adım atmamış, her aşamada kazanım sağlamıştır.
Abraham Anlaşmaları, Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, BAE hatta Suriye ve Lübnan gibi ülkeleri de içine alabilecek bir genişlik kazanmış; Filistin sorununun çözümünü daha da muğlaklaştırmıştır.
Aklımıza gelen tek soru şudur:
- Filistin’i kim kurtaracak?
İslam dünyasının askerî, siyasi ve ekonomik potansiyeli bu kurtuluşu sağlayabilir mi?
Kral Faysal’ın Filistin hassasiyeti…
Bugün Gazze halkı, Suudi Arabistan’ın eski kralı Faysal bin Abdülaziz’i özlem ve rahmetle anıyor.
Kral Faysal’ın Filistin hassasiyeti, 1969’da Mescid-i Aksa’nın kundaklanmasıyla farklı bir ivme kazanmış, 1973 Yom Kippur Savaşı’nda ise İsrail’e destek veren ülkelere karşı OAPEC üzerinden petrol ambargosu uygulayarak Batı’yı krizle karşı karşıya bırakmıştır.
Kral Faysal, bu süreçte “Kudüs için ölmek şerefli bir ölümdür” diyerek cihat ilan etmiş; ABD Dışişleri Bakanı Kissinger’ın ikna çabalarına şu net cevabı vermiştir:
“Ben yaşlı bir adamım, ölmeden önce Mescid-i Aksa’da iki rekât namaz kılmak istiyorum. Sen bu konuda bana yardımcı olabilir misin?”
Kissinger’ın “Petrol kuyularınızı bombalarız” tehdidine cevabı ise tarihidir: “Bombalayabilirsiniz. Biz hurma ve deve sütüyle yaşarız. Ama siz petrolsüz yaşayamazsınız.”
Sonuçta ambargo hayata geçmiş, küresel enerji krizine yol açmıştır.
Kral Faysal, yalnızca diplomasiyle değil, entelektüel destekle de Filistin’e sahip çıkmıştır. Muhammed Esed, Malcolm X, Muhammed Ali gibi isimleri ülkesine davet etmiş; Mısır’daki İhvan üyelerine himaye sağlamıştır. Türkiye’yi ise İslam dünyasının lideri olarak görmüş ve şöyle demiştir: “Dünyada bir Müslüman devlet vardır: Türkiye. O ayağını kaldıracak, biz de onun izine basacağız.”
Topkapı Sarayı’nda Fahreddin Paşa’nın getirdiği kutsal emanetleri görünce, “O getirmemiş olsaydı bunları bizim bedeviler birkaç kuruşa satardı” demiştir.
Kral Faysal, Filistin uğruna verdiği mücadeleyi canıyla ödemiştir. 1975’te sarayında yeğeni tarafından suikasta uğramış ve dünya hayatına veda etmiştir. Bu olaydan sonra Suudi Arabistan bir daha politik nedenlerle petrol ambargosu uygulamaya cesaret edememiştir. Yerine geçen Halid bin Abdülaziz ile birlikte Batı eksenli politikalar benimsenmiştir.
Kral Faysal, Soğuk Savaş döneminde inancı gereği cesur adımlar atmış, Kudüs ve Filistin için bedel ödemekten kaçınmamıştır.
Bugün Arap-İslam dünyası, Gazze’nin yok oluşun eşiğinde olduğu bir dönemde, yeni bir Kral Faysal’ı umutla beklemektedir.
Gazze’deki katliamlar karşısında Batı’dan yükselen sınırlı destek sesleri şaşırtırken, İslam toplumlarının örgütlü yapıları meşruiyetini önemli ölçüde yitirmiştir. Arap ve İslam dünyası, mevcut realitenin çöküşünü kabul ederek siyaseti, kültürü, ilahiyatı ve akademisiyle yeni bir dil, yeni bir ufuk yaratmak zorundadır.
Bugün Irak, Suriye, Lübnan, Libya ve Filistin’de yaşananların temelinde Sykes-Picot’un devamı niteliğindeki BOP’un izleri bulunmaktadır.
.
Osman Atalay, dikGAZETE.com
Ek Notlar:
- Gazze’de yaşayan 2,3 milyon Filistinli, nüfusun yarısını oluşturmaktadır. Batı Şeria’da bir Filistin devleti yaşatmak mümkün görünmemektedir.
- Kudüs’te 280 bin civarındaki Filistinli zor şartlar altında yaşamaktadır. Eski Kudüs’te sefalet hâkimdir.
- Batı Şeria’daki kimliksiz Bedevi nüfusu 70 binin üzerindedir. İsrail bu topluluğu tanımadığı gibi, Filistin yönetimi de onları kaderine terk etmiştir.