BİR BAŞARISIZLIK ÖYKÜSÜ: VAHŞİ KAPİTALİZM
Merhaba. Bu ay sizlerle günümüzün hakim ekonomik sistemi olan kapitalizmi derinlemesine ele almak istiyorum. Serbest piyasa ekonomisinin kurucusu sayılan İskoç filozof Adam Smith’in meşhur bir sözü vardır:
“Akşam yemeğimizi kasap, biracı veya fırıncının iyilikseverliğine değil, onların şahsi çıkarlarına borçluyuz.”
A. Smith, bu sözüyle piyasada üreticilerin çıkarları gereği bir rekabetin başlayacağını ve düşen fiyatlardan tüketicilerin yararlanacağını öngörmüştür. 1800’lerde mahalle esnaflarının küçük dükkanlarında satış yaptığı bir dünyada bu olgu geçerliydi belki. Fakat günümüzde fiyatları belirleyenin piyasa mekanizması değil, tekelleşmiş birkaç büyük şirketin kar hırsı ve açgözlülüğü olduğu acı bir gerçek.
Tekellerin yükselişi…
Gelin filmi biraz başa alalım. Büyük şirketlerin piyasayı ele geçirip sektörlerde tekelleşmesi, 1800’lerin sonlarında ABD’de başladı. Rockefeller, J.P. Morgan ve Andrew Carnegie adlı üç hırslı girişimci, ABD’nin petrol, demiryolu ve posta sektörlerini neredeyse tamamen kontrolleri altına aldılar. 1900’lerin başında bu üç iş adamının serveti, ABD ekonomisinin yaklaşık yüzde 5’ini oluşturuyordu. Güçleri öylesine büyüktü ki, siyasî etkileri, ülke yönetiminde hissediliyordu.
Sermayenin neredeyse devletin bağımsızlığını tehdit eder boyuta ulaştığı bu dönemde, başkan seçilen Theodore Roosevelt, tekel şirketlere karşı bir mücadele başlattı. Mahkemeler önünde hesap veren Rockefeller’in Standard Oil’I, 34 parçaya bölündü. Ancak günümüz ABD’sinde bu parçalanmış şirketlerin bazıları yeniden dev hâle gelmiş durumda. Kapitalizmin tekel üretme özelliğinin, mahkeme kararlarıyla bile tamamen engellenemediğini bu çarpıcı örnekte görmekteyiz.
Günümüz devleri…
Bugünün ABD’sinde Elon Musk, Mark Zuckerberg ve Jeff Bezos’un dev şirketleri, piyasada rekabeti bozucu faaliyetlere girişse de büyük davalarla karşılaşıp, milyonlarca dolarlık cezalara mahkûm oluyorlar. ABD yönetimi, bu devasa şirketleri hukuki süreçlerle sürekli denetlemesine rağmen, piyasayı ele geçirmiş bu devlerin servetlerini kullanarak siyasî etki yaratabildikleri bir gerçek.
ABD ve Avrupa’da özelleştirilen elektrik, su ve telekomünikasyon gibi sektörler, devlet denetimi altında olsa da lobicilik faaliyetleriyle çıkar sağlayabiliyorlar. Doymak bilmez bir kâr hırsıyla hareket eden bu oligopol firmalar, Batı’nın gelişmiş ülkelerinde bile halkın tepkisini çekiyor ve kontrol altına alınamıyorlar.
Türkiye’de durum…
Kapitalizmin tekel yaratan bu tehlikeli doğası, Doğu Yarımküre’de bizim gibi birçok ülkeyi felç etmiş durumda. Ülkemizde, eski ekonomi bakanı Babacan’ın geçenlerde itiraf ettiği gibi, elektrik ve doğalgazın özelleştirilmesi büyük bir hataydı. Özel holdinglerin insafına bırakılan bu hizmetlerin, vatandaşlara maliyeti dayanılmaz boyutlara ulaşmış durumda. Sözde ucuzlayacağı varsayılan hizmetler, insanların ceplerini yakan fahiş faturalara sebep olmakta.
Ülkemizde kontrolsüz özelleştirmenin bir diğer hayal kırıklığı ise telekomünikasyon sektöründe yaşandı. Üç şirketin piyasada tekel olduğu ve başka firmalara izin verilmediği bu sektörde, vatandaşlar dünyanın en yavaş GSM hizmetini en pahalıya kullanmak zorunda kaldı. Geldiğimiz noktada Türkiye’de telekomünikasyon hizmetleri, OECD ülkeleri arasında en pahalılar arasında yer alıyor. Rekabetin tamamen yok olduğu bu ortam, kapitalizmin meşhur “görünmez el”inin başarısızlığını en net biçimde gösteren cinsten.
Kapitalizmin bir başka sorunlu öğesi ise yap-işlet-devret (YİD) modeli. Gelişmiş ülkelerde dahi terk edilen garanti geçişli yollar, yolcu garantili havaalanları ve hasta garantili hastaneler, ülkemizde halen uygulanıyor. Özellikle pahalı otoyollar ve köprüler, halk için seyahati neredeyse imkânsız hâle getiriyor. Kullanılamayan bu devasa yollar ve köprüler için ödenecek vergi yükü, gelecek nesiller için korkutucu bir külfet oluşturuyor.
Faiz ve enflasyon döngüsü…
Kapitalist sistemin topluma en çok zarar veren özelliği ise faiz ve enflasyon döngüsü. Özellikle az gelişmiş ülkelerde uzun yıllar boyunca süren yüksek enflasyon ve yüksek faiz, vatandaşların alım gücünü düşürerek derin bir sefalete sebep olmakta. Yüksek faizle paradan para kazanan zengin sınıfın sürekli servetini artırmasına rağmen toplumun orta kesiminin geliri, günden güne erimektedir. Kapitalizmin bu olumsuz doğası yönetenlerin ülke içinde servet transferi için ise kullanışlı bir yöntem olmaktadır.
Sonuç…
Kısacası; geldiğimiz noktada kapitalizmin de günümüz demokrasisi gibi yozlaşmış bir halde olduğunu görmekteyiz. Piyasayı ele geçiren tekel olmuş şirketler, kontrolsüz özelleştirmeler, vergilerde adaletsizlik, nesilleri devasa borç yükünün altına sokan çılgın yap-işlet-devret projeleri, yüksek enflasyon ve faizle halkın alım gücünün sistemli bir şekilde yok edilmesi...
Kapitalist sistemin çarkları, artık emeğiyle çalışan toplumun orta ve alt kesimlerini yok eden bir yapıya dönüşmüştür. Avrupa’nın zengin ülkelerinde henüz hissedilmese de sistemin doğasındaki kronik sorunların yönetenlerin popülist tercihleriyle birleşmesi, gelişmekte olan ülke ekonomilerini felç etmiş durumdadır.
Ancak bu karanlık tablo çözümsüz değil. İskandinav Modeli gibi kapitalizmi sosyal devlet anlayışı ile ehlileştiren ve zararlı doğasını halkçı politikalarla törpüleyen örnekler, gözümüzün önünde duruyor. Vatandaşlarını piyasanın insafına bırakmayan, adaletli bir vergi sistemiyle refah ülkesi yaratan İsveç, Norveç ve Finlandiya gibi Kuzey ülkeleri, bize başka bir yolun mümkün olduğunu gösteriyor. Kapitalist model, egemenlerin elinde bir sömürü mekanizması olmaktan çıkıp, halkın refahına hizmet edebilir; yeter ki yönetenler, popülist tercihlerden uzak, adil ve sürdürülebilir politikaları hayata geçirebilsinler.
.
Ali Ekinciel, dikGAZETE.com