Beydeba’dan bir hikâye; ‘Dervişle Yılan’ ve müteahhitlere öfke!

Suat Gün

1 yıl önce

Kırda gezen adamı bir yılan sokar, yılan kaçar, adam hekime koşar, hekim hemen bir panzehir hazırlar adama içirir, ölümden kurtarır.

Adam, yılanın bu haksız hareketine kızar. 

Gider kadıya şikâyet eder. 

Kadı, kavaslara emir verir “yakalayın o yılanı getirin huzura” der.

Kavaslar gider yılanı yakalar, bir cam kavanoza koyar getirirler.

Mahkeme başlar davacı adam, suçlu yılan konuşmaya başlar. 

Kadı, müştekiye sorar:

- Bu yılandan şikâyetçi misin?

- Evet, Hâkim Bey şikâyetçiyim.

- Hadise nasıl oldu, anlat bakalım?

Adam anlatır, der ki:

- Evde oturmaktan sıkılmıştım, kırlarda, yazıda, tenhalarda gezmeye çıktım. Ağaçlara, çiçeklere bakıyordum, kuşları, kelebekleri temaşa ediyordum. Dalmıştım. Yüce Allah’ın yaratmadaki kudretine hayranlık duyarak yürüyordum.

Birden üzerime kamçı gibi bir şey atladı, ne oldu demeye kalmadan baldırımı ısırdı kaçtı, şimdi görüyorum, beni sokan karayılan bu yılan.

Hekimin verdiği panzehir olmazsa ölebilirdim. Ben ona ne yaptım ki bana saldırıyor, beni sokuyor? Şikâyetçiyim!

Kadı, bu ifade üzerine yılana döner, şöyle konuşur:

- Ey şahmeran oğlu yılan efendi; yanından geçen bu adamı, haksız yere neden soktun?

Yılan der ki;

- Benim gözüm fazla görmez, koku ve harareti uzaktan hissederim, biliyorsunuz benim düşmanım çoktur. Âdemoğulları yeryüzüne geldiğinden beri benim atalarımı gördüğü her yerde öldürmüştür. Dedelerimden, babalarımdan bunu duymuştum. 

Âdemoğulları çok tehlikelidir, yakından geçerse, sizi sopa ile taş ile öldürür kafanızı ezerler. Onlar bana demişti ki, “uzaktaysalar arkanıza bakmadan kaçın, yakındaysalar sokun!” Ben canımı kurtarmak için yaptım. Yaptığımı inkâr etmiyorum.

Kadı, müştekiye döner; “bu anlatılanlara ne diyeceksin” diye sorar.

Müşteki söze başlar:

- Hâkim Bey çok dalgındım, tefekküre dalmıştım, Allah’ın yüce zatını ağaçlara, çiçeklere, kuşlara bakarak zikrediyordum. Bu yılan, hak ehli - hal ehli olsaydı benim zararsız bir derviş olduğumu hak yolunun yolcusu olduğumu anlardı. Böyle yapmazdı. 

Kuyruğunun kopartılarak cezalandırılmasını isterim. Takdir sizin.

Kadı, yılana döner sorar;

- Bu anlatılanlara ne diyeceksin?

- Muhterem Kadı Efendim: Ben bir yılanım, tabiatım değişmez, Hak Teâlâ, bana tehlike hissettiğinde atılıp sokma sevk-i tabiisi vermiştir. Bu benim tabiatımdır, karakterimdir. Dervişin uzağımdan geçmesi gerekmez mi? Orası benim evimdir, evimin önünden geçerken izin alması gerekmez mi?

Kadı, müştekiye döner;

- Şahmeran oğlu yılan efendinin söylediklerini duydun: Ne diyeceksin?

- Efendim orası onun evi olabilir, kapısı yok, bacası yok, bir işaret koymamış, ben de dediğim gibi tefekkür halindeydim. Onu görmedim. O benim kendisini görmediğimi gördü, sırf tehdit faraziyesine dayanarak beni sokmaya hakkı yoktur.

Şahmeran oğlu yılan söz alarak şöyle der:

- Bu benim tabiatımdır, elimde değildir. İnsanlar tabiatı icabı meyve yerler, tohum yerler ben yiyemem. Ben, “neden beni böyle tek tür besine bağlı yarattın” diye Yüce Allah’a itiraz edemem. Bu derviş, başımın üç parmak yakınından geçiyordu. Ne yapmamı bekliyor?

Kaldı ki ağzımdaki zehri ben yapmıyorum, Yüce Halik, beni böyle yaratmış. Bazı yılan kardeşlerim zehirsizdir. Keşke bende öyle olsaydım. Derviş kardeşten özür dilerim. Suçsuzum, beni salıverin gideyim.

Ben olmazsam fareler ekinlerinizi basar, ambarları deler, sizi aç bırakır. Bırakın vazifeme döneyim.

Kadı, gerekçesini şöyle söyler:

- Evet, Şahmeran oğlu yılan efendinin de bir vazifesi var, biz anlamasak ta her şeyin künhünü bilen Rabbimizin takdiri böyledir. Kâinatın ebedi olmadığı görüldüğünden, sonsuz hayat olmayacağına göre takdir-i ilahiye göre bir düzen olduğunun anlaşılmasına, Hak Teâlâ’nın takdirine rıza gösterilmesine her nefis ölümü tadacağına göre uzun emelli olunmayacağından hareketle, şikâyet ve savunmada bir kusur görülmediğinden…

Hüküm;

Şahmeran oğlu yılan efendinin tahliyesine, yakalandığı yere bırakılmasına, dervişin tedavisine devam edilmesine, ortada suç olmadığından dosyanın arşive kaldırılmasına karar verilmiştir.

Evet, bazı müteahhitler suçlu olabilir. Ancak bu deprem, bitmez tükenmez sayıda 6 ve üstü 100’e yakın zelzeleden meydana gelmiştir. 

Böyle bir depreme Japonya’daki yapıların birçoğu dahi dayanamaz. 

San Francisco Depremi 6,4 şiddetinde ve şehir merkezinden 300 Km mesafede olmuştu, 3000 kişi ölmüştü.

Bizdeki bu deprem, akıllara ziyan bir şeydir. 

Yargılamada çok öfkeli olmamak gerektiğini değerlendiriyorum.

.

Suat Gün, dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI